15 Kasım 2010 Pazartesi

SineModa'da Bu Hafta: Onur Yüksel (Blogger)

“Beni rüyanda bile öldürsen, uyandığında özür dilemen gerekir” cümlesi senin için hiçbir anlam ifade etmiyorsa; hatta bu cümlenin çeşitli versiyonlarını hazırlayıp; eşe, dosta, sevgiliye, arkadaşa günlük hayatta bir kere dahi olsa söylemediysen; Like A Virgin şarkısını dinlerken gözünün önünde bir bakire yerine bir fahişe canlanmıyorsa; garsona bahşiş bırakma üzerine saatlerce konuşulabileceğine dair şüphelerin varsa; kahverengi dendiğinde, bir renkten ziyade, aklına ilk olarak bok, hemen akabinde de Quentin Tarantino gelmiyorsa; hepinizin kulaklarını keseceğim, pardon çekeceğim.

Reservoir Dogs, Quentin Tarantino’nun ilk filmi; yani Pulp Fiction’ı, Natural Born Killers’ı, Kill Bill’i ileride hayatımıza sokacak olan adamın. Bu film; düşük bütçesine rağmen sahip olduğu şahane oyuncu kadrosuyla, artık Tarantino’nun imzası haline gelmiş bol kanlı sahneleriyle, aklımıza kazınan kulak kesme hadisesiyle, ilginç diyaloglarıyla ve enfes müzikleriyle bağımsız sinemanın en önemli filmlerinden biri haline gelmiş ve birçok kişinin arşivinde ayrı bir yere sahip olmuştur.

O kişilerden biri de Onur Yüksel, ya da gerçek adını vermeyip, sadece Mr. Blonde demeliyim.

Mr. Blonde’un aşağıdaki fotoğraflarına bakmadan önce Stuck In The Middle With You şarkısını açın. Havaya girin, ama çok da değil. Birileri kulağını kaybetsin istemeyiz.

Michael Madsen (Mr. Blonde)

Onur Yüksel (Mr. Blonde)

Neden Rezervuar Köpekleri’ni seçtin Onur?

Tarantino'nun sinemaya getirdiği dağınık kurgu yaklaşımını çok takdir ediyorum ve benim için siyah ince kravat demek Rezervuar Köpekleri demek.

Bu çekim için nasıl hazırlandın?

Çok yoğun bir dönem içinde bocalıyordum ve kısa sürede karar verip fotoğraflamak gerekiyordu. Film hazır, kıyafet de -zaten- dolabımda sabit duranlar arasında olunca doğru pozu vermek kaldı; lakin poz verme kısmı çok zor, “Hiç öyle göründüğü gibi değil,” derler ya, aynen öyle. Şimdi de Kenya yolculuğu için son hazırlıkları yapıyorum, birazdan yola çıkacağım. :)

Filmin en sevdiğin sahnesi?

Mr. Blonde'un Mr White 'a “Are you gonna bark all day little doggie or are you gonna bite?” dediği an. Kısa ve net.


Peki filmin en sevdiğin karakteri ve neden?

Mr. Blonde, çünkü stil sahibi. Filmdeki ana karakterlerin hepsi aynı takımı giyiyor; lakin hepsinde duruşu farklı. Bu duruş farklılığında vücut yapıları ne kadar etkili ise karakterlerin kişilikleri de bir o kadar etkili.

Sence bir erkeği en çekici gösteren kıyafet takım elbise midir?

Takım elbisenin bir erkeği çekici göstereceğini söylemek zor, ama yanlış seçilmiş bir takımın erkeği mafya üyesi gibi göstereceği kesin. Kıyafet seçerken o an moda olanı seçmek çok riskli, aslında sizin seçtiğiniz bir kıyafeti değil de moda olanı basmakalıp taşımak ne kadar eğlenceli ve size özgü olabilir ki.

Soracağın soru ile bir kişi Tiglon’dan Sex And The City 2 dvd’si ve çantası kazanacak. Haydi sor bakalım.

Rezervuar Köpekleri’nde serseri görünümü takım elbise ile başarılı bir şekilde birleştiren Betsy Heimann, Tarantino’nun başka hangi filminde çalışmıştır?

----------------------

*İpucu: Uma Thurman
*Kazanan kişi; doğru cevabı yorum olarak bırakan kişiler arasından random.org kullanılarak belirlenecek olup, 3 Aralık tarihinde bu yazının altına eklenecektir. Yorumunuza mail adresinizi de eklemeyi ve Twitter üzerinden yazının linkini paylaşıp, sonuna @gizemdalyan 'ı eklemeyi unutmayın.
*Fotoğrafların hepsi Onur Yüksel tarafından bu blog için çekilmiştir. Lütfen onlara danışmadan, izinsiz kullanmayınız. 



Kazanan:Modacı

6 Kasım 2010 Cumartesi

FASHION IN MOTION: Bence Levi's...


Levi’s denince aklınıza ilk ne geliyor? Denim pantolonları hayatımıza sokan Levi Strauss mu? Kurt Cobain’in öldüğünde üzerinde bulunan, Andy Warhol’un hayatı boyunca neredeyse üzerinden çıkarmadığı Levi’s 501 mi? 'Rabel Without A Cause' filminde giydiği Levi’s pantolonlar ile dönemin asi delikanlı imajının belirlenmesinde büyük rol oynayan James Dean mi? “Keşke blue jean’i ben yaratmış olsaydım” diyen Yves Saint Laurent mı?  “Levi’s bizden daha fazla western tarzı jean’ler üretebilir ve bunu daha uygun fiyata satabilir” diyen Calvin Klein mı? Yoksa kadınların vücut hatlarına göre tasarlanan ve doğal kıvrımlar, zarif kıvrımlar, çarpıcı kıvrımlar olmak üzere üç ana başlıkta toplanan pantolonlarıyla bizi sihire inandırmaya çalıştığı son reklam kampanyası mı?

Benim için hiçbiri. Çünkü benim için Levi’s, bütün bu şıkların ötesinde, bugüne kadar çekilmiş en güzel reklam filmlerinden birinin sahibi demek. Reklamın iyisi kötüsü olmaz lafının antitezi demek. İyi reklam demek. Kısacası bu demek:


LEVI'S
Yükleyen New_From_The_Original. - Son dakika haberler

Foto: 2b

3 Kasım 2010 Çarşamba

SineModa'da Bu Hafta: StyleBoom (Blogger)

Chuck Palahniuk “Aynen paranın iktidar unsuru olması gibi, aynen silahın iktidar unsuru olması gibi, güzellik de bir iktidar unsurudur” der Görünmez Canavarlar adlı kitabında. Çok haklıdır.

Yönetmenliğini Charles Vidor’un üstlendiği Gilda adlı film; paranın ve silahların konuştuğu bir dünyada güzelliğiyle var olmaya çalışan, erkekler üzerinde iktidar sağlamak için güzelliğini ve cazibesini kullanan bir kadını, Gilda’yı anlatır. Rita Hayworth’un canlandırdığı Gilda karakteri, her tip kadının mükemmel bir bileşimi gibidir sanki. Güçlü ama kırılgandır, başına buyruk ama korkaktır, seksi ama naiftir, zeki ama fevridir.

Tanıdığım bütün erkekler Gilda’ya aşık oluyor, ama sabahları benimle uyanıyorlardı” der Rita Hayworth. Çünkü öyle bir karakter yaratmıştır ki, karakterin yaratıcısı bile onunla yarışamaz hale gelmiştir. Çünkü bu kadın öyle bir kadındır ki; sadece eldivenini çıkararak erotik sinema tarihine adını altın harflerle yazdırabilir, tarihin en önemli striptiz sahnelerinden birine tamamen giyinik olmasına rağmen sahip olabilir.

Evet, Gilda çekileli 64 yıl oldu ama o hiç eskimeyecek. Rita Hayworth 1987 yılında aramızdan ayrıldı ama Gilda hiçbir yere gitmeyecek. Çünkü o herhangi bir döneme ait olmayan bir kadın; o gelip geçici olmayan, zamanla eskimeyen, zamanla işi olmayan bir kadın. İnanmıyor musunuz? O zaman bir 1946’daki Rita Hayworth’un, bir de 2010’daki StyleBoom’un Gilda’sına bakın. Gilda'yı bir de StyleBoom'un ağzından dinleyin. O zaman ne demek istediğimi anlayacaksınız.

Rita Hayworth(Gilda) -1946

StyleBoom(Gilda) -2010

Gilda filmini senin için bu kadar özel kılan şey nedir Boom?

Bir kadını çekici, alımlı ve hatta güzel gösteren şeyin o kadının içinde, saçını savuruşunda, kocaman gülüşünde, vücut dilinde ve kendine güveninde olduğunu anlatıyor Gilda bana. Gilda benim için hayat bazen siyah beyaz da olsa, siyah klasik bir elbiseyle, saatlerce uğraşılmamış dalgalı saçlarla, fazlalıklar olmadan olağanüstü görünebilmek demek. Ayrıca bu sahnede söylenen şarkıyı da çok manidar buluyorum. :) Üstelik en sevdiğim filmlerden biri olan Shawshank Redemption’da karşıma çıkmasıyla da bir kez daha beni benden almıştır. :)

Gilda olabilmek için nasıl hazırlandın?

Öncelikle hemen Styleboom için birlikte çalıştığım müthiş bir fotoğraf sanatçısı olan Tolga Günay'ı aradım ve uygun olup olmadığını sordum. Tabii bu sahneyi ve Gilda'yı ikonikleştiren o muhteşem siyah saten elbise ve uzun eldivenler. Böyle bir elbise için hiç düşünmeden en iyisine, Gamze Saraçoğlu’na bir mail attım ve senden, projenden bahsettim; çok heyecanlandı ve inanılmaz uygun bir elbisesi olduğunu müjdeledi. Bu enfes elbise Gamze Saraçoğlu'nun “Müsvedde” isimli koleksiyonundan. Uzun eldivenleri almak için ise İstiklal yollarına düştüm ve Halloween partilerinden sebep kazıklanarak Aznavur Pasajı'ndaki bir dükkandan da onları aldım. :) Akabinde o sahneye çok uygun bir mekan arayışına girdim; ama pazar günü Taksim’de yaşanan tatsızlık mekanı son anda değiştirmek durumunda bıraktı beni. Tam hüzünlere gark olmuştum ki, muhteşem dekoruyla Etiler Sarıhan Gusto bana ve yalvaran gözlerime kapılarını açtı. :)

Bir günlüğüne de olsa Gilda olmak nasıl bir duyguymuş?

Olağanüstü. Çekimi yaparken o meşhur şarkıyı da çaldık, ben iyiden iyiye havaya girdim. Her ne kadar çok uzak bir ihtimal olsa da bir gün saçlarımı boyatacak olursam Gilda kızılı olmak istiyorum. :)


Gilda filminin 1946 yılında çekildiğini düşünecek olursak 40’lı ve 50’li yılların modasına ayrı bir ilgi duyduğunu söyleyebilir miyiz?

Kesinlikle! Özellikle 50’ler benim “modasal” olarak yaşamak istediğim yıllar. 40’lardan 80’lere kadar ilerleyen süreçte modanın geçirdiği evrim neredeyse her kademede hoşuma gidiyor ve benim için 80’lerle hayal kırıklığı başlıyor. Ben “şık”lığı seviyorum. :) Gilda’yı ise moda ne kadar değişken olursa olsun, ne kadar kendini yenileyip yenileyip arada tekrara kaçarsa kaçsın bazı parçaların asla eskimeyeceğini söylemek için seçtim. Tıpkı o sahnede Gilda’nın üzerindeki elbise gibi.

Filmin en sevdiğin sahnesi?

İlk olarak bu seçtiğim sahne, bir de Gilda ve Johnny’nin evde verilen partide sürekli atıştığı o aşk-nefret–iğneleme sahnesi. Bu filmle Casablanca arasında gidip gidip geldim ama sahneye yenik düştüm. :)

Bir kişi, soracağın soruya verdiği doğru cevapla Tiglon'dan Sex And The City 2 filminin dvd'sini ve tişörtünü kazanacak.  Öyleyse haydi şimdi sor, sor, sor.

Benim de elimden geldiğince becermeye çalıştığım bu ikonik sahnenin  başrollerinden biri de esasen Gilda’nın söylediği o enfes  ve manidar şarkıdır. Bu şarkının isminin ne olduğunu sormak istiyorum.

--------------------------

*İpucu: Sorunun cevabı icin sözlüklere bakabilirsiniz. 
*Kazanan kişi; doğru cevabı yorum olarak bırakan kişiler arasından random.org kullanılarak belirlenecek olup, 10 Kasım tarihinde bu yazının altına eklenecektir. Yorumunuza mail adresinizi de eklemeyi ve Twitter üzerinden yazının linkini paylaşıp, sonuna @gizemdalyan 'ı eklemeyi unutmayın.
*Fotoğrafların hepsi Tolga Günay ve StyleBoom tarafından bu blog için çekilmiştir. Lütfen onlara danışmadan, izinsiz kullanmayınız. 

Kazanan: Çılgın Eltiler ( Yorumları silmeyi sevmediğimden önce doğru cevapları yayınlayıp, çekilişi yaptıktan sonra diğerlerini de yayınladım. Yanlış anlaşılmasın.)

 Rita Hayworth fotosu: Blog Demais

1 Kasım 2010 Pazartesi

Kasım'da SineModa Bir Başkadır.

Belle de Jour (1967)

Paris’teki "Yves Saint Laurent: 40 Years Of Creation" sergisindeki odalardan birinde Belle de Jour filminden bir sahne oynuyordu; Catherine Deneuve’un tüm güzelliğiyle YSL marka, kollarında ve yakasında beyaz detayları bulunan, diz hizasinda olan siyah bir elbiseyi taşıdığı o sahne. Ve o da oradaydı; ekranın hemen yanında, bir camekanın içinde, Catherine Deneuve’un üzerindeki elbisenin ta kendisi. Tüm ihtişamıyla, kanlı canlı orada öylece dikiliyordu. Kanlı canlı diyorum; çünkü bıraksan konuşacak, dillenecek gibiydi. O da senin benim gibi bir hayat yaşamıştı sanki;  anlatacak şeyleri, paylaşacak anıları vardı. Üstelik gelen ziyaretçileri selamlıyormuş gibi baktığına, yüzünde gururlu bir tebessüm olduğuna yemin bile edebilirim! Filmin üzerinden geçen yıllara rağmen asaletinden hiçbir şey kaybetmemiş olması da cabası.

İşte böyle filmler var ve böyle filmlerin içinde bir sahne. O sahne o kıyafeti ölümsüz kılıyor ya da o kıyafet o sahneyi, kim bilir. Bir şekilde o kıyafetler hayat buluyorlar, bizimle yaşıyorlar ve asla yaşlanıp ölmüyorlar. Evet, Breakfast at Tiffany's filmindeki küçük siyah elbise asla demode olmayacak ve evet, The Seven Year Itch’te Marilyn Monroe’nun giydiği uçuşan beyaz elbise asla unutulmayacak. Ama sadece bu kadar mı?

YSL sergisinden ve o elbise ile karşılaşmamdan sonra düşündüm. Acaba bana böyle bir oda verilse içini hangi filmlerle ya da hangi sahnelerle doldururdum diye. Sadece bununla da kalmadım, başkalarınınkini de merak ettim. Neden mi? Çünkü bu filmler ve kıyafetler hatırlanmayı hak ediyorlar. Çünkü onlar da bizim gibi yıllara meydan okumaya, zamanı durdurmaya çalışıyorlar. Ama bizim aksimize bunu başarabiliyorlar.

Bu vesile ile Tiglon ile bir araya geldik, çeşitli insanların kapılarını çalalım ve onlara bu hayali odayı verelim istedik. Belki hakkının yendiğini düşündüğümüz filmler var; belki kimsenin bilmediği, küçük siyah elbisenin gölgesinde kalmış, muhteşem kıyafetlerle dolu olduğunu düşündüğümüz filmler var; belki defalarca izlesek de bıkmadığımız, izlemeye doyamadığımız filmler var, filmlerimiz var.

Bir film “Kasım’da Aşk Başkadır” der. Kasım’da aşk başka mıdır, Kasım aşk ayı mıdır, bilmiyorum. Ama diyorum ki bu ay filmlere, bizim için unutulmaz olan karakterlere ve o karakterlerle birlikte ölümsüzleşen kıyafetlere adanmış olsun; SineModa Ayı olsun. Bu ay;

  • Çeşitli kişilerin kapısını çalalım, filmlerini öğrenelim. Sadece öğrenmekle de kalmayalım; onları, bu filmlerin yaşadığını bize ispat edercesine, seçtikleri filmden esinlenerek yaptıkları bir fotoğraf çekimiyle burada ağırlayalım.
  • Moda ve sinemanın birbirinden ayrılamaz bir şekilde iç içe geçtiği, geçtiğimiz hafta Tiglon’dan çıkan Sex and The City 2 filminin dvd’lerini ve yurtdışından özel olarak getirtilmiş Sex and The City ürünlerini kazanma şansını yakalayalım. Hediye edilecek ürünler hakkında bir fikir sahibi olabilmeniz için ise birkaçını aşağıya sıralıyorum:



SineModa’nın ilk konuğu ise StyleBoom olacak, bu seriyi ilk o boom’latacak. Ama o zamana kadar diyorum ki bu yazının altına kendi filmlerinizi yorum olarak bırakın. Sizi hem film hem de moda anlamında en çok hangi filmin etkilediğini açıklayın, Twitter'ınız varsa oradan da yazının linkini paylaşarak sonuna @gizemdalyan 'ı ekleyin ve içinde özel Sex and The City ürünleri bulunan bir çanta kazanmaya hak kazanın. (Lütfen mail adresinizi yazmayı unutmayın.)

Dediğim gibi, aşkı falan bilemeyeceğim; ama “Kasım’da SineModa bir başkadır.”

*Kazanacak kişi sayısı 2 olup, random.org üzerinden belirlenecektir. İsimler 7 Kasım tarihinde bu yazının altına eklenecektir.

Kazananlar: Yasemen K. ve Neşeli Günler

Belle de Jour fotosu: Farfetch
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...