15 Kasım 2010 Pazartesi

SineModa'da Bu Hafta: Onur Yüksel (Blogger)

“Beni rüyanda bile öldürsen, uyandığında özür dilemen gerekir” cümlesi senin için hiçbir anlam ifade etmiyorsa; hatta bu cümlenin çeşitli versiyonlarını hazırlayıp; eşe, dosta, sevgiliye, arkadaşa günlük hayatta bir kere dahi olsa söylemediysen; Like A Virgin şarkısını dinlerken gözünün önünde bir bakire yerine bir fahişe canlanmıyorsa; garsona bahşiş bırakma üzerine saatlerce konuşulabileceğine dair şüphelerin varsa; kahverengi dendiğinde, bir renkten ziyade, aklına ilk olarak bok, hemen akabinde de Quentin Tarantino gelmiyorsa; hepinizin kulaklarını keseceğim, pardon çekeceğim.

Reservoir Dogs, Quentin Tarantino’nun ilk filmi; yani Pulp Fiction’ı, Natural Born Killers’ı, Kill Bill’i ileride hayatımıza sokacak olan adamın. Bu film; düşük bütçesine rağmen sahip olduğu şahane oyuncu kadrosuyla, artık Tarantino’nun imzası haline gelmiş bol kanlı sahneleriyle, aklımıza kazınan kulak kesme hadisesiyle, ilginç diyaloglarıyla ve enfes müzikleriyle bağımsız sinemanın en önemli filmlerinden biri haline gelmiş ve birçok kişinin arşivinde ayrı bir yere sahip olmuştur.

O kişilerden biri de Onur Yüksel, ya da gerçek adını vermeyip, sadece Mr. Blonde demeliyim.

Mr. Blonde’un aşağıdaki fotoğraflarına bakmadan önce Stuck In The Middle With You şarkısını açın. Havaya girin, ama çok da değil. Birileri kulağını kaybetsin istemeyiz.

Michael Madsen (Mr. Blonde)

Onur Yüksel (Mr. Blonde)

Neden Rezervuar Köpekleri’ni seçtin Onur?

Tarantino'nun sinemaya getirdiği dağınık kurgu yaklaşımını çok takdir ediyorum ve benim için siyah ince kravat demek Rezervuar Köpekleri demek.

Bu çekim için nasıl hazırlandın?

Çok yoğun bir dönem içinde bocalıyordum ve kısa sürede karar verip fotoğraflamak gerekiyordu. Film hazır, kıyafet de -zaten- dolabımda sabit duranlar arasında olunca doğru pozu vermek kaldı; lakin poz verme kısmı çok zor, “Hiç öyle göründüğü gibi değil,” derler ya, aynen öyle. Şimdi de Kenya yolculuğu için son hazırlıkları yapıyorum, birazdan yola çıkacağım. :)

Filmin en sevdiğin sahnesi?

Mr. Blonde'un Mr White 'a “Are you gonna bark all day little doggie or are you gonna bite?” dediği an. Kısa ve net.


Peki filmin en sevdiğin karakteri ve neden?

Mr. Blonde, çünkü stil sahibi. Filmdeki ana karakterlerin hepsi aynı takımı giyiyor; lakin hepsinde duruşu farklı. Bu duruş farklılığında vücut yapıları ne kadar etkili ise karakterlerin kişilikleri de bir o kadar etkili.

Sence bir erkeği en çekici gösteren kıyafet takım elbise midir?

Takım elbisenin bir erkeği çekici göstereceğini söylemek zor, ama yanlış seçilmiş bir takımın erkeği mafya üyesi gibi göstereceği kesin. Kıyafet seçerken o an moda olanı seçmek çok riskli, aslında sizin seçtiğiniz bir kıyafeti değil de moda olanı basmakalıp taşımak ne kadar eğlenceli ve size özgü olabilir ki.

Soracağın soru ile bir kişi Tiglon’dan Sex And The City 2 dvd’si ve çantası kazanacak. Haydi sor bakalım.

Rezervuar Köpekleri’nde serseri görünümü takım elbise ile başarılı bir şekilde birleştiren Betsy Heimann, Tarantino’nun başka hangi filminde çalışmıştır?

----------------------

*İpucu: Uma Thurman
*Kazanan kişi; doğru cevabı yorum olarak bırakan kişiler arasından random.org kullanılarak belirlenecek olup, 3 Aralık tarihinde bu yazının altına eklenecektir. Yorumunuza mail adresinizi de eklemeyi ve Twitter üzerinden yazının linkini paylaşıp, sonuna @gizemdalyan 'ı eklemeyi unutmayın.
*Fotoğrafların hepsi Onur Yüksel tarafından bu blog için çekilmiştir. Lütfen onlara danışmadan, izinsiz kullanmayınız. 



Kazanan:Modacı

6 Kasım 2010 Cumartesi

FASHION IN MOTION: Bence Levi's...


Levi’s denince aklınıza ilk ne geliyor? Denim pantolonları hayatımıza sokan Levi Strauss mu? Kurt Cobain’in öldüğünde üzerinde bulunan, Andy Warhol’un hayatı boyunca neredeyse üzerinden çıkarmadığı Levi’s 501 mi? 'Rabel Without A Cause' filminde giydiği Levi’s pantolonlar ile dönemin asi delikanlı imajının belirlenmesinde büyük rol oynayan James Dean mi? “Keşke blue jean’i ben yaratmış olsaydım” diyen Yves Saint Laurent mı?  “Levi’s bizden daha fazla western tarzı jean’ler üretebilir ve bunu daha uygun fiyata satabilir” diyen Calvin Klein mı? Yoksa kadınların vücut hatlarına göre tasarlanan ve doğal kıvrımlar, zarif kıvrımlar, çarpıcı kıvrımlar olmak üzere üç ana başlıkta toplanan pantolonlarıyla bizi sihire inandırmaya çalıştığı son reklam kampanyası mı?

Benim için hiçbiri. Çünkü benim için Levi’s, bütün bu şıkların ötesinde, bugüne kadar çekilmiş en güzel reklam filmlerinden birinin sahibi demek. Reklamın iyisi kötüsü olmaz lafının antitezi demek. İyi reklam demek. Kısacası bu demek:


LEVI'S
Yükleyen New_From_The_Original. - Son dakika haberler

Foto: 2b

3 Kasım 2010 Çarşamba

SineModa'da Bu Hafta: StyleBoom (Blogger)

Chuck Palahniuk “Aynen paranın iktidar unsuru olması gibi, aynen silahın iktidar unsuru olması gibi, güzellik de bir iktidar unsurudur” der Görünmez Canavarlar adlı kitabında. Çok haklıdır.

Yönetmenliğini Charles Vidor’un üstlendiği Gilda adlı film; paranın ve silahların konuştuğu bir dünyada güzelliğiyle var olmaya çalışan, erkekler üzerinde iktidar sağlamak için güzelliğini ve cazibesini kullanan bir kadını, Gilda’yı anlatır. Rita Hayworth’un canlandırdığı Gilda karakteri, her tip kadının mükemmel bir bileşimi gibidir sanki. Güçlü ama kırılgandır, başına buyruk ama korkaktır, seksi ama naiftir, zeki ama fevridir.

Tanıdığım bütün erkekler Gilda’ya aşık oluyor, ama sabahları benimle uyanıyorlardı” der Rita Hayworth. Çünkü öyle bir karakter yaratmıştır ki, karakterin yaratıcısı bile onunla yarışamaz hale gelmiştir. Çünkü bu kadın öyle bir kadındır ki; sadece eldivenini çıkararak erotik sinema tarihine adını altın harflerle yazdırabilir, tarihin en önemli striptiz sahnelerinden birine tamamen giyinik olmasına rağmen sahip olabilir.

Evet, Gilda çekileli 64 yıl oldu ama o hiç eskimeyecek. Rita Hayworth 1987 yılında aramızdan ayrıldı ama Gilda hiçbir yere gitmeyecek. Çünkü o herhangi bir döneme ait olmayan bir kadın; o gelip geçici olmayan, zamanla eskimeyen, zamanla işi olmayan bir kadın. İnanmıyor musunuz? O zaman bir 1946’daki Rita Hayworth’un, bir de 2010’daki StyleBoom’un Gilda’sına bakın. Gilda'yı bir de StyleBoom'un ağzından dinleyin. O zaman ne demek istediğimi anlayacaksınız.

Rita Hayworth(Gilda) -1946

StyleBoom(Gilda) -2010

Gilda filmini senin için bu kadar özel kılan şey nedir Boom?

Bir kadını çekici, alımlı ve hatta güzel gösteren şeyin o kadının içinde, saçını savuruşunda, kocaman gülüşünde, vücut dilinde ve kendine güveninde olduğunu anlatıyor Gilda bana. Gilda benim için hayat bazen siyah beyaz da olsa, siyah klasik bir elbiseyle, saatlerce uğraşılmamış dalgalı saçlarla, fazlalıklar olmadan olağanüstü görünebilmek demek. Ayrıca bu sahnede söylenen şarkıyı da çok manidar buluyorum. :) Üstelik en sevdiğim filmlerden biri olan Shawshank Redemption’da karşıma çıkmasıyla da bir kez daha beni benden almıştır. :)

Gilda olabilmek için nasıl hazırlandın?

Öncelikle hemen Styleboom için birlikte çalıştığım müthiş bir fotoğraf sanatçısı olan Tolga Günay'ı aradım ve uygun olup olmadığını sordum. Tabii bu sahneyi ve Gilda'yı ikonikleştiren o muhteşem siyah saten elbise ve uzun eldivenler. Böyle bir elbise için hiç düşünmeden en iyisine, Gamze Saraçoğlu’na bir mail attım ve senden, projenden bahsettim; çok heyecanlandı ve inanılmaz uygun bir elbisesi olduğunu müjdeledi. Bu enfes elbise Gamze Saraçoğlu'nun “Müsvedde” isimli koleksiyonundan. Uzun eldivenleri almak için ise İstiklal yollarına düştüm ve Halloween partilerinden sebep kazıklanarak Aznavur Pasajı'ndaki bir dükkandan da onları aldım. :) Akabinde o sahneye çok uygun bir mekan arayışına girdim; ama pazar günü Taksim’de yaşanan tatsızlık mekanı son anda değiştirmek durumunda bıraktı beni. Tam hüzünlere gark olmuştum ki, muhteşem dekoruyla Etiler Sarıhan Gusto bana ve yalvaran gözlerime kapılarını açtı. :)

Bir günlüğüne de olsa Gilda olmak nasıl bir duyguymuş?

Olağanüstü. Çekimi yaparken o meşhur şarkıyı da çaldık, ben iyiden iyiye havaya girdim. Her ne kadar çok uzak bir ihtimal olsa da bir gün saçlarımı boyatacak olursam Gilda kızılı olmak istiyorum. :)


Gilda filminin 1946 yılında çekildiğini düşünecek olursak 40’lı ve 50’li yılların modasına ayrı bir ilgi duyduğunu söyleyebilir miyiz?

Kesinlikle! Özellikle 50’ler benim “modasal” olarak yaşamak istediğim yıllar. 40’lardan 80’lere kadar ilerleyen süreçte modanın geçirdiği evrim neredeyse her kademede hoşuma gidiyor ve benim için 80’lerle hayal kırıklığı başlıyor. Ben “şık”lığı seviyorum. :) Gilda’yı ise moda ne kadar değişken olursa olsun, ne kadar kendini yenileyip yenileyip arada tekrara kaçarsa kaçsın bazı parçaların asla eskimeyeceğini söylemek için seçtim. Tıpkı o sahnede Gilda’nın üzerindeki elbise gibi.

Filmin en sevdiğin sahnesi?

İlk olarak bu seçtiğim sahne, bir de Gilda ve Johnny’nin evde verilen partide sürekli atıştığı o aşk-nefret–iğneleme sahnesi. Bu filmle Casablanca arasında gidip gidip geldim ama sahneye yenik düştüm. :)

Bir kişi, soracağın soruya verdiği doğru cevapla Tiglon'dan Sex And The City 2 filminin dvd'sini ve tişörtünü kazanacak.  Öyleyse haydi şimdi sor, sor, sor.

Benim de elimden geldiğince becermeye çalıştığım bu ikonik sahnenin  başrollerinden biri de esasen Gilda’nın söylediği o enfes  ve manidar şarkıdır. Bu şarkının isminin ne olduğunu sormak istiyorum.

--------------------------

*İpucu: Sorunun cevabı icin sözlüklere bakabilirsiniz. 
*Kazanan kişi; doğru cevabı yorum olarak bırakan kişiler arasından random.org kullanılarak belirlenecek olup, 10 Kasım tarihinde bu yazının altına eklenecektir. Yorumunuza mail adresinizi de eklemeyi ve Twitter üzerinden yazının linkini paylaşıp, sonuna @gizemdalyan 'ı eklemeyi unutmayın.
*Fotoğrafların hepsi Tolga Günay ve StyleBoom tarafından bu blog için çekilmiştir. Lütfen onlara danışmadan, izinsiz kullanmayınız. 

Kazanan: Çılgın Eltiler ( Yorumları silmeyi sevmediğimden önce doğru cevapları yayınlayıp, çekilişi yaptıktan sonra diğerlerini de yayınladım. Yanlış anlaşılmasın.)

 Rita Hayworth fotosu: Blog Demais

1 Kasım 2010 Pazartesi

Kasım'da SineModa Bir Başkadır.

Belle de Jour (1967)

Paris’teki "Yves Saint Laurent: 40 Years Of Creation" sergisindeki odalardan birinde Belle de Jour filminden bir sahne oynuyordu; Catherine Deneuve’un tüm güzelliğiyle YSL marka, kollarında ve yakasında beyaz detayları bulunan, diz hizasinda olan siyah bir elbiseyi taşıdığı o sahne. Ve o da oradaydı; ekranın hemen yanında, bir camekanın içinde, Catherine Deneuve’un üzerindeki elbisenin ta kendisi. Tüm ihtişamıyla, kanlı canlı orada öylece dikiliyordu. Kanlı canlı diyorum; çünkü bıraksan konuşacak, dillenecek gibiydi. O da senin benim gibi bir hayat yaşamıştı sanki;  anlatacak şeyleri, paylaşacak anıları vardı. Üstelik gelen ziyaretçileri selamlıyormuş gibi baktığına, yüzünde gururlu bir tebessüm olduğuna yemin bile edebilirim! Filmin üzerinden geçen yıllara rağmen asaletinden hiçbir şey kaybetmemiş olması da cabası.

İşte böyle filmler var ve böyle filmlerin içinde bir sahne. O sahne o kıyafeti ölümsüz kılıyor ya da o kıyafet o sahneyi, kim bilir. Bir şekilde o kıyafetler hayat buluyorlar, bizimle yaşıyorlar ve asla yaşlanıp ölmüyorlar. Evet, Breakfast at Tiffany's filmindeki küçük siyah elbise asla demode olmayacak ve evet, The Seven Year Itch’te Marilyn Monroe’nun giydiği uçuşan beyaz elbise asla unutulmayacak. Ama sadece bu kadar mı?

YSL sergisinden ve o elbise ile karşılaşmamdan sonra düşündüm. Acaba bana böyle bir oda verilse içini hangi filmlerle ya da hangi sahnelerle doldururdum diye. Sadece bununla da kalmadım, başkalarınınkini de merak ettim. Neden mi? Çünkü bu filmler ve kıyafetler hatırlanmayı hak ediyorlar. Çünkü onlar da bizim gibi yıllara meydan okumaya, zamanı durdurmaya çalışıyorlar. Ama bizim aksimize bunu başarabiliyorlar.

Bu vesile ile Tiglon ile bir araya geldik, çeşitli insanların kapılarını çalalım ve onlara bu hayali odayı verelim istedik. Belki hakkının yendiğini düşündüğümüz filmler var; belki kimsenin bilmediği, küçük siyah elbisenin gölgesinde kalmış, muhteşem kıyafetlerle dolu olduğunu düşündüğümüz filmler var; belki defalarca izlesek de bıkmadığımız, izlemeye doyamadığımız filmler var, filmlerimiz var.

Bir film “Kasım’da Aşk Başkadır” der. Kasım’da aşk başka mıdır, Kasım aşk ayı mıdır, bilmiyorum. Ama diyorum ki bu ay filmlere, bizim için unutulmaz olan karakterlere ve o karakterlerle birlikte ölümsüzleşen kıyafetlere adanmış olsun; SineModa Ayı olsun. Bu ay;

  • Çeşitli kişilerin kapısını çalalım, filmlerini öğrenelim. Sadece öğrenmekle de kalmayalım; onları, bu filmlerin yaşadığını bize ispat edercesine, seçtikleri filmden esinlenerek yaptıkları bir fotoğraf çekimiyle burada ağırlayalım.
  • Moda ve sinemanın birbirinden ayrılamaz bir şekilde iç içe geçtiği, geçtiğimiz hafta Tiglon’dan çıkan Sex and The City 2 filminin dvd’lerini ve yurtdışından özel olarak getirtilmiş Sex and The City ürünlerini kazanma şansını yakalayalım. Hediye edilecek ürünler hakkında bir fikir sahibi olabilmeniz için ise birkaçını aşağıya sıralıyorum:



SineModa’nın ilk konuğu ise StyleBoom olacak, bu seriyi ilk o boom’latacak. Ama o zamana kadar diyorum ki bu yazının altına kendi filmlerinizi yorum olarak bırakın. Sizi hem film hem de moda anlamında en çok hangi filmin etkilediğini açıklayın, Twitter'ınız varsa oradan da yazının linkini paylaşarak sonuna @gizemdalyan 'ı ekleyin ve içinde özel Sex and The City ürünleri bulunan bir çanta kazanmaya hak kazanın. (Lütfen mail adresinizi yazmayı unutmayın.)

Dediğim gibi, aşkı falan bilemeyeceğim; ama “Kasım’da SineModa bir başkadır.”

*Kazanacak kişi sayısı 2 olup, random.org üzerinden belirlenecektir. İsimler 7 Kasım tarihinde bu yazının altına eklenecektir.

Kazananlar: Yasemen K. ve Neşeli Günler

Belle de Jour fotosu: Farfetch

28 Ekim 2010 Perşembe

KAŞİF QUEEN: Yeme de Parmağına Tak.


Bazen yemeye kıyamadığın şeyler olur hani. “Yeme de yanında yat.” dersin, “Bu yenmelik değil, saklamalık!” dersin, “Buna nasıl kıyılır kiii!” dersin. İşte SouZouCreations markasının yaratıcısı Sofia da vakt-i zamanında bu cümleleri oldukça sarf etmiş olacak ki, sonunda yemeye kıyamadığı şeyleri parmağına yüzük yapıp takmaya karar vermiş.

Aslen Kanadalı olan Sofia bir Japon ile evli ve 10 senedir Japonya’da yaşıyor. Japonların “kawaii” dediği; üzerinde Hello Kitty, Pokemon gibi karakterlerin bulunduğu şirin ötesi şeylere ne kadar meraklı olduğunu hepimiz zaten biliyoruz. Sofia da uzun yıllar Japonya’da yaşayınca bu kültürden oldukça etkileniyor ve sonuç olarak ortaya bu “kawaii” yüzükler çıkıyor, yemeye kıyamadıklarımızı parmaklarımıza taşıyor.

25 Ekim 2010 Pazartesi

HEDİYE: Didem’in İzi’nden Halloween'e Özel


İstedim. Hep istedim. Şöyle güzel bir Halloween partisine iddialı bir kostüm ile katılıp herkesin dikkatini çekebilmeyi hep istedim. Ama vampir olacak kadar klişe, Betty Boop olacak kadar seksi, Supergirl olacak kadar sıkıcı değildim. Peki neydim?

Halloween’e günler kala hadi şöyle bir şey yapalım: Siz bana bu Halloween için kostüm fikirleri verin; ben de size Didem’in İzi markasının yaratıcısı, çok sevdiğim Didem Aras’ın Halloween’e özel, dahası bu blog’a özel tasarladığı balkabağı şeklindeki broşu kazanma şansını.

Kazanmanız için yapmanız gerekenler:

  • Aşağıya Halloween’de ne giyilebileceği, ne olunabileceği konusunda  bir yorum bırakmak. Mail adresinizi de eklemeyi unutmamak.
  • Twitter’dan bu yarışmanın duyurusunu yapmak, bu yazının linkini vermek ve tweet’in sonuna @gizemdalyan’ı eklemeyi ihmal etmemek. Böylece ben de Twitter’a yazdığınızı görebileyim.

Ayrıca Didem’in İzi’nden giderek internet sitesini de incelemeyi unutmayın:

* Kazanan kişi random.org üzerinden belirlenecek ve 31 Ekim tarihinde bu yazının altına eklenecektir.

Kazanan:Nyuu

24 Ekim 2010 Pazar

SHOE QUEEN: Babetin ve Babetçilerin Dostu


Ne zaman fırsatını bulsam kendimi topuklu ayakkabılara bakarken ya da alırken yakalıyorum. İhtiyacım olmadığını bile bile, sürekli, çeşitli internet sitelerinin “high heels” kategorisinde geziniyorum. Oysa düşününce geçtiğimiz yazı Forever21 leopar desenli babetlerimi ayağımda parçalayarak geçirdim ben. Sonra Avrupa sokaklarını ModCloth’tan aldığım gri babetlerimle arşınladım.

Sanırım dürüst olmak gerek; konu topuklu ayakkabılar ise tam bir koleksiyonerim, ama babetlerle daha istikrarlı bir ilişki içerisindeyim. Hem zaman içinde, tecrübe ile, topuklu ayakkabı giyildiği zamanlarda çantaya bir çift babet atmak gerektiğini de öğrendim.

Evet, babetler topuklu ayakkabıların yanında üvey evlat gibi kalıyor. Ama topuklu ayakkabıların kahrını, şımarıklığını hep onlar çekiyor.

Şimdilerdeyse babetlere yapılan bu haksızlığı fark etmiş olan yepyeni bir online alışveriş sitesi var. Babetim adlı bu site, aynı zamanda Türkiye’nin ilk online babet dükkanı olma özelliği taşıyor. Bir göz atmakta fayda var. Hem “yüksek topuklular” şeklinde bir kategori bulunmadığından kafalar da karışmıyor, göz başka yerlere de kaymıyor.


22 Ekim 2010 Cuma

SHOE QUEEN: Yağmur ve Ben

İtiraf ediyorum; ben gerçekten de yağmurun o çıkarcı, kötü kalpli, ikiyüzlü arkadaşıyım. Evde oturup kahvemi içerken “İyi ki varsın!” diyorum. Saçlarım fönlü sokaklarda dolaşırken, alenen herkesin içinde, ağzıma gelen her küfürü sıralıyor, onu rezil ediyorum.  Sonra Runaway Train şarkısını dinlerken hep yağmur gelsin de, Singing in The Rain filmindeki Gene Kelly gibi altında dans edelim istiyorum. Ama haber vermeden gelen, seni hazırlıksız yakalayan yağmura da bir o kadar gıcık oluyorum.

Bir de ayrılıklarda, kavgalarda, kötü günlerin sonunda o eve doğru olan dönüş yolunda da hep yağmur yanımda olsun istiyorum. İlk randevuda, ilk iş gününde, tatilde, özel bir davette ise bir o kadar uzak. Filmlerde de bize böyle öğretilmedi mi? Yani anlayacağınız ben onu hep kötü gün dostu belliyorum.

Üstelik biliyor musunuz; dışarı çıkmak istemediğim günlerde de onu bahane olarak kullanıyor, bütün yalanlarıma ortak ediyor, hatta günah keçisi ilan ediyorum!

Karar verdim; bu sene iyi bir arkadaş olacağım. Onu çıkarlarıma alet etmeyecek, olduğu gibi kabul edecek, habersiz çıkıp geldiğinde suratımı asmayacağım. Hem de onu Hunter’larla, çirkin Ugg’larla değil; bu kış ona en çok yakışacağını düşündüğüm Chooka’larla kucaklayacağım.

Fotolar: Chooka Boots

20 Ekim 2010 Çarşamba

Eğer Hala...

“Eğer hala hayal edebiliyorsan, gökyüzüne her baktığında Küçük Prens geliyorsa aklına, bir yerlerde orman yangını haberi duyduğunda Pinokyo aklına düşüp için sızlıyorsa, soğuk ve karlı yılbaşı gecelerinde Kibritçi Kız için birkaç damla gözyaşı süzülüyorsa gözlerinden, Pollyanna ile tebessüm edebiliyorsan, hala masallar ilgilendiriyorsa seni, şu büyüklerin dünyasına ermiyorsa aklın bir türlü, Alice ile çalılarda yuvarlanıyor ve hayvanların konuştuğuna inanıyorsan, şanslısın sen!”

- Marilyn Monroe ile Yaşanmamış Anılar, Funda Mara

Vogue İngiltere Ekim 2010 "The Dreamer"
Fotoğrafçı: Laura Sciacovelli, Model: Anna Jagodzinska, Styling: Charlotte Stockdale



Fotolar: Fashion Gone Rouge

18 Ekim 2010 Pazartesi

Platonik Aşk: Rachel Gilbert Ivana Ruffled Raw-Silk Gown


Bu Rachel Gilbert elbise ile karşılaşmam aşağı yukarı bir hafta önceye denk geliyor. Öylesine bir beğeni sanıp başlarda umursamadım, gelip geçici bir şey sandım.  Çünkü o bana göre biraz fazla şirin, fazla romantikti sanki. Birkaç defa daha aynı ortama gelince anladım; ben ona resmen aşıktım.

Şarkımız: Nil Karaibrahimgil - Resmen Aşığım

15 Ekim 2010 Cuma

Bavullar Çıplak Kalmasın.


Günümüzün bavulları her ne kadar çekçekli olması ve içerisinde birçok göz bulundurmasıyla daha işlevsel olsa da eski bavullar daha bir karizmatik, daha bir karakterlidir sanki. Filmlerde bile kadın sevgilisini ve beraber yaşadıkları evi terk ederken bu eski tip, tokalı bavul ile ayrılır evden. Terk edilmiş sevgili hüzünle arkasından bakarken döner merdiveni elinde bu bavulla iner. Çünkü bu bavulun bir duruşu, bir karizması vardır. O merdivenin başına gelen kadının önce bavulun çekçeğini indirdiğini, sonra onu yana yatırdığını ve yandaki sapından kaldırmaya çalışarak o merdiveni indiğini bir düşünsenize; hiç sanatsal değil. Film bir kara mizah ise belki, ama bir dramda asla.

Sahip olduğumuz bu fonksiyonel ama sıkıcı, bir miktar da karaktersiz olan bavullarımızı The Cheeky’nin üretmiş olduğu bavul çıkartmalarıyla artık en azından eğlenceli ve oldukça dikkat çekici bir hale getirmek mümkün. İçlerinde havaalanında sorun çıkartabilecek kadar iddialı olanları olsa da bütün gözler bavulunuz üzerinde olacak, asla bir başkasınınki ile karışmayacak; orası kesin.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...