27 Mart 2012 Salı

GEZGİN QUEEN: Avrupa Turu Fotoromanı IV


  • Ağaçları yiyen, beton dişli, takım elbiseli canavar. Bil bakalım kim. -Belgrad
  • Sex Museum'da gelmiş geçmiş en seksi kadınlardan biri, gelmiş geçmiş en ikonik elbiselerden biriyle insanları selamlıyor. -Amsterdam
  • Sokak sanatçıları olmadan Berlin olur mu?
  • Gittiğim en ilginç müzelerden biri olan Museum of Broken Relationships'te bir Zagor! -Zagreb
  • Andy Warhol gözlerini bana dikmiş, şöyle diyor: "I think everybody should like everybody." Haklı. -Prag
  • Museum of Decorative Arts in Prague'daki "Prague Fashion Houses" adlı sergiden bir kuple. Işıltılı elbiseler göz alıyor. -Prag
  • Sofya'daki National Gallery for Foreign Art'ın çatıdan akan suya sanatsal yaklaşımı.
  • Tomás Saraceno'nun Cloud Cities adlı muhteşem çalışması. -Berlin

Neler Keşfettim?
  • Sırbistan'da Sırp kahvesi, Bosna'da Boşnak kahvesi diye satılan kahvenin bildiğimiz Türk kahvesi olduğunu,
  • Eğer bir gün kayak sporuyla ilgilenirsem, Titlis'in bunun için harika bir başlangıç olabileceğini,
  • Anna Browy'nin harika işlerini.

24 Mart 2012 Cumartesi

KAŞİF QUEEN: Fashion@EYE: Bir Gözlük Cenneti

Oralarda bir yerlerde güneşin artık kendini bonkörce sergilemesine en çok bir çekmece dolusu güneş gözlüğünü takabilecek oldukları için sevinen küçük koleksiyoncular var, biliyorum. Yine oralarda bir yerlerde “Ne varsa eskilerde var” diyen, orijinal ve eşsiz parçaların peşine düşen keskin vintage avcıları da var, biliyorum. Onları çok iyi anlıyorum; çünkü gözlük ve vintage, iki vazgeçilmez tutkum. Peki ya bu ikisi tek bir çatı altında toplanırsa?



Fashion@EYE’ın Fransız Geçidi’ndeki pop-up mağazası, gözlüklerin harikalar diyarı. Gittik, gördük, çekim yaptık, bayıldık, aklımızı en az 3 gözlükte bıraktık, bahar alışverişi listemizin en tepesinde kendilerine yer ayırdık.


Türkiye’nin ilk gözlükçülerinden olan Mehmet San’ın oğlu Hakan San, babasının bugüne kadar sattığı gözlüklerin numunelerini saklamak suretiyle oluşturduğu muazzam koleksiyondaki eşsiz parçaları bu pop-up mağazada bizlerle buluşturuyor. Christian Dior, Yves Saint Laurent, Silhouette gibi pek çok markanın rüyalara girecek güzellikteki gözlüklerini burada bulmanız mümkün. Gözlüklerin en önemli özelliklerinden biri ise kullanılmamış olmaları. Evet yanlış duymadınız; hem vintage, hem de hiç kullanılmamışlar!


Garanti veriyorum: Kararsız kalacaksınız. Birbirinden güzel gözlük çeşitlerinin arasında “Hangisini alsam?” diye soğuk terler dökeceksiniz. Ama neyse ki Hakan San, nam-ı diğer Gözlük Gurusu orada. Gözlüklerle iç içe büyümenin kazandırdığı tecrübe ve hissiyat sayesinde size en uygun gözlüğü anında bulup çıkartıyor. Ayrıca yüz şekline göre gözlük tipi kurallarını yıllardır duymama rağmen asla uygulayamayan ve sadece beğendiği gözlüğü alan bendenizi haklı çıkarırcasına şöyle diyor: “Yüz şekline göre gözlük diye bir şey yok aslında. Sana yakışan gözlük, senin beğendiğin ve taktığında kendini rahat hissettiğin gözlüktür.”


Fiyatları 80-400 TL arasında değişen bu gözlükler Mayıs sonuna kadar Fransız Geçidi’nde. Sonrasında nerede olacak diye merak edenler, Fashion@EYE’ın blog’unu ve Twitter’ını takip edebilirler.

Bol güneşli ve bol gözlüklü günler!

Adres: Fashion@EYE Pop-Up Shop @Lab İstanbul Fransız Geçidi, Karaköy 

Model:Gözde Kınalı, Fotoğraflar: Gizem Dalyan

21 Mart 2012 Çarşamba

STYLE QUEEN: Ganimetler


Yeni ülkelerde bulunmanın, bambaşka şehirlerin sokaklarını arşınlamanın en güzel taraflarından biri de yepyeni markalar, tasarımcılar ve butikler keşfetmek. Bunun için ise çok basit ama etkili bir taktiğim var; ana caddelerden çıkıp ara sokaklarda dolanmak. Hatta mümkünse şehirde kaybolmak. Paris'e her gidişimde Champs-Élysées'ye şöyle bir uğrarım. Bütün o ihtişamlı Parizyen'leri izler; Chanel'in, Louis Vuitton'un görkemli vitrinlerine dalarım. Ama benim asıl uğrak yerlerim başka. Étienne Marcel'deki vintage butikler, St. Paul civarındaki küçük consept mağazalar ve ikinci el dükkanlar... Berlin'deki Kurfürstendamm'da da şöyle bir aşağı bir yukarı yürümek çok keyifli misal. Ama Berlin'de yaşasam orada mı takılırım? Hayır. Arkadaşlarımla Mitti'de buluşurum, Kreuzberg'e eğlenmeye giderim,  Prenzlauer Berg'deki küçük galerileri gezerim. Ve Berlin'de adım başı karşılaşılan vintage ve ikinci el butiklerden alışverişimi yaparım.

Benim gardırobumu karıştırmak, anneannenin sandıklarını karıştırmak gibi biraz aslında. Dünyanın çeşitli yerlerinden topladığım vintage ve ikinci el parçalar dolabımın demirbaşları. Bu yukarıda görmüş olduklarınız ise bu koleksiyona yeni katılanlardan. Sağdaki Berlin'den, soldaki ise Paris'ten. Berlin'dekini Kreuzberg'de kaybolduğum bir günde keşfettim. Paris'teki ise daha önceki St. Paul keşiflerimden, beni asla hayal kırıklığına uğratmayan Free ‘P’ Star'dan.

En önemlisi de bana o günleri hatırlatıyorlar. Giyilebilen anılar. En sevdiklerim.

20 Mart 2012 Salı

GEZGİN QUEEN: Avrupa Turu Fotoromanı III


  • Prag'da karşıma çıkan bu Siesta adlı gofret, 45 gün boyunca ne yaptığımı çok güzel özetliyor.
  • Hansel ile Gretel'i tuzağa düşüren evi buldum! O ev kesinlikle bu ev! -Strasbourg
  • Hayallerimde sahip olmak istediğim kafeyi, dünyanın en güzel sıcak çikolatasını ve en bohem mekanını Saraybosna'da buldum. Sırf senin için bile geri dönmeye değer Cafe Zlatna Ribica (Goldfish)!
  • Eğer cennet gerçekten varsa, ben onu gördüm. -Uetliberg, Zürih
  • Böyle buyuruyor Mladen Stilinović. -Zagreb
  • Büyük vitrinlerin önündeki bebek vitrinler. -Berlin
  • Pek sevdiğim David LaChapelle'in "Miss Anna Don't Like Fat People" isimli çalışması. -Prag
  • Bir yer düşünün; insanlar hala kurşun deliklerinin olduğu binalarda yaşıyorlar, savaşın izleri geçmemiş, savaş her yerde. Ama bütün bunlara rağmen en sıcak, en mutlu insanlar orada. Emir Kusturica'nın aniden kahkaha atan, aniden parlayan Balkan insanlarıİşte böyle bir yerde durumu bu cümleden daha güzel ne açıklayabilir?: C'est la vie. -Saraybosna

Neler Keşfettim?

  • İlginç dekoru nedeniyle Prag'daki Cross Club'ın görülmesi gerektiğini,
  • Duvarlarından birinde "I know what I want, I have a goal, an opinion, I have a religion and love" yazan Amsterdam'daki Anne Frank House'un ne kadar iç burkucu olduğunu,
  • Balkanlar'da rakija denilen içkinin bizim rakı ile alakası olmadığını.

17 Mart 2012 Cumartesi

GEZGİN QUEEN: Avrupa Turu Fotoromanı II



  • O yıkıntıların arasında doğan bir güneş. O bir çiçek kız, bir hippi. O benim hayalim. Belki bir gün. -Belgrad
  • Prag'da -25 dereceyi gördüğümün kanıtı. Frank Sinatra kulaklarıma "Let it snow, let it snow, let it snow" diye fısıldıyor.
  • Hava o kadar soğuk olunca sıcak şarap ile başlanan günler. Asla şikayetçi değiliz. -Prag
  • Amsterdam'daki stil sahibi bisikletli kadınlar. Bunun bir de mini etekli, topuklu ayakkabılı versiyonları var. Keşke bizde de olsalar.
  • Sanja Ivekovic'in Women's House isimli çalışması. HIV virüsü taşıdığı için dışlanan, tecavüze uğrayan, dayak yiyen kadınların acı dolu yüzleri. Kadın olmanın zor olmadığı bir yer var mı? -Zagreb
  • Bu ünlü bir ressamın ünlü bir tablosu değil. Gözümün gördüğünü gösteren gerçek bir fotoğraf karesi. Ben çektim. Orada böyle yerler var uzakta. -Wildnispark Sihlwald, Zurih
  • "Eşit haklar sizin için ne ifade ediyor?" sorusuna bundan daha güzel bir cevap bilmiyorum: Freedom! -Yahudi Müzesi, Berlin
  • Strasbourg'un aşk kuşları. Kalpli.

Neler Keşfettim?

  • Bir daha kışın ortasında Avrupa'ya gidersem mutlaka bir kar botu almam gerektiğini. (Mesela Moon Boot?) Yoksa sürekli parmaklarım yerinde mi diye kontrol etmem gerekeceğini.
  • Berlin'deki Museum of Photography'de Helmut Newton sergisini gezdikten sonra eski polaroid kameramı sandıklardan bulup çıkartmam ve yeniden polaroid fotoğraflar çekmeye başlamam gerektiğini.
  • Tesadüf eseri gittiğim Berlin'deki Magnet Club'da o gün sahne alan süper grup Slove'u.

16 Mart 2012 Cuma

GEZGİN QUEEN: Avrupa Turu Fotoromanı I


Sonunda döndüm. 11 ülkenin, 13 şehrin, binlerce kilometrenin, 45 günün, 1080 saatin ardından İstanbul'a döndüm. Ama her şehirde, Hansel'in cebindeki ekmek kırıntılarını geçtiği yollara serpiştirmesi gibi, aklımın ve kalbimin bir kısmını bıraktığımdan tam dönemedim ya da aklım bir karış havada döndüm de denebilir.

Zamanın su gibi akıp geçmesinden ötürü sanki İstanbul'dan dün ayrılmış gibi; yaşanmışlıkların, anıların, gördüklerimin, tattıklarımın, tanıştığım insanların toplamından ötürü ise seneler önce ülkeyi terk etmiş gibi hissediyorum. Bu zaman karmaşasını dengelemem ise en son 3 aylıkken bıraktığım kedim Zelda'nın bu iki aylık süreçte ne kadar geliştiğini görmem sayesinde oldu.

Anılar kronolojik sıraya göre hatırlanmazlar. Hepsini tek tek elbette kronolojik sıraya dizebilirsiniz ama anıların hatırlanışı genelde gelişigüzeldir; bir anda biri aklına düşer, onu bambaşka zaman dilimindeki bir diğer anı takip eder. Yukarıda yalnızca birer karesini görebildiğiniz anılar da bu mantığa göre dizildiler; kronolojik sıraya göre değil, akla düşüş sırasına göre.

(Soldan Sağa)

  • Keşke bizde de böyle sinemalar olsa, dedirten bir sinema girişi. Bu fotoğrafı çekerken bir yandan da elime geçen ilk fırsatta The Artist'i izlemem gerektiğini kendime not düşüyordum. -Amsterdam
  • Bir sandalye, bir baston ve şapka. Sanki bir anda köşeden Michael Jackson çıkacak ve Billie Jean'i söylemeye başlayacakmış gibi. -Zagreb
  • Bonnie burada. Peki ya Clyde? -Berlin
  • Pastadan şehir Prag. Bir dilim alır mıydınız?
  • Strasbourg'da sürrealizmin doruklarındayız, sanki Salvador Dali'nin eli değmiş.
  • Meşhur İsviçre çikolatalarının en meşhurlarından, ee dolayısıyla en pahalılarından; Teuscher. -Zurih
  • Lee'nin sloganı: IN YOUR BODY WE TRUST. Sevdim. -Luzern
  • Belgrad'ın bir mesajı var: Street art is not for sale.

Neler Keşfettim?

  • Dünyayı gezerek bir kitap yazmış, şu anda da ikincisini yazmak için yine dünyayı gezen, İstanbul'da 3 ayını geçirip yemeklerimize aşık olan Christopher Thomson'ı,
  • Varlığından bu denli geç haberdar olduğum için üzüntü duyduğum 70 yaşındaki Slovenyalı mükkemmel ressam Metka Krasovec'i,
  • Ve blog'umu çok özlediğimi.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...