30 Kasım 2011 Çarşamba

Noel Baba, Bu Sene Bana Bunları Getirebilir Misin?

Geçtiğimiz hafta A Beautiful Mess adlı blog’da 28 Before 29 adlı bir yazı gördüm. Elsie, her sene kendisine böyle listeler yapıyor. 29 yaşına basmasına birkaç gün kala Elsie, bu bahsi geçen yazıda geçen sene yaptığı listedeki hangi maddeleri başarabildiğini anlatıyordu. Bu arada A Beautiful Mess gerçekten çok eğlenceli bir blog. Hala takip etmeyenler varsa şayet, şiddetle tavsiye ederim.

Sonuç olarak ben bu liste işini çok sevdim ve blog’a da uyacak bir şekilde taşımaya karar verdim. Kendi içimde yaptığım beyin fırtınaları sonucunda bu liste yaklaşan 2012’nin de verdiği heyecanla önce bir 2012’de neleri gerçekleştirmek istediğime dair bir listeye dönüştü. Lakin o listenin çok öznel ve daha çok bir günlük yazısı gibi olduğuna karar vermemden mütevellit, bu listeyi de bir “Noel Baba Bu Yıl Bana Ne Getirsin?” listesine dönüştürüverdim. İşte bu sene çam ağacının altındaki paketlerin içinden çıkmasını istediğim şeyler. Hayal ama belki gerçek olur. J


1. Jimmy Choo Ayakkabı: Bu görmüş olduğunuz Swarovski kristalleri ile süslenmiş Jimmy Choo'lar ile ilk gördüğüm günden beri büyük aşk yaşıyorum. Bu nedenle sevgili Noel Baba senden en çok, ama en çok bu ayakkabıları istiyorum. (Lütfen Noel Baba!)

2. Marchesa Elbise: Bu elbise ufak dokunuşların tüm görüntüyü nasıl da değiştirdiğinin canlı bir kanıtı. Aslında düz, sade, pek bir özelliği olmayan siyah bir elbise. Ama yaka ve omuz hizasındaki o kristallerle bezeli detay beni tam kalbimden vurdu. Bu harika elbise için Marchesa'ya şapka çıkartıyor, Noel Baba'ya göz kırpıyor ve yukarıda bahsi geçen Jimmy Choo'ların bu elbisenin altında çok güzel duracağını düşünüyorum.


3. Karl Lagerfeld for Sephora Koleksiyonu: Bu koleksiyondaki üzerine altınlar yağan Karl Lagerfeld küresinden Karl Lagerfeld şeklindeki farlara, üzerinde Karl Lagerfeld olan makyaj çantasından asla sürmeyeceğimi bildiğim ojelere kadar her şeyi ama her şeyi istiyorum. Kate Moss'un Rimmel'den çıkarmış olduğu Kate imzalı rujlarımın yanında harika duracaklarına eminim. Hepsini ayrı ayrı paketlemene gerek yok Noel Baba, tek bir paket içinde getirebilirsin.


4. Vivetta Palto: İlk olarak The Blonde Salad blog'unun güzel sahibesi Chiara'nın üzerinde gördüğüm ve o günden beri "Hani bana, hani bana" dediğim bu güzel kedili palto için yardımcı olursan ve geyiklerinle birlikte duruma el atarsan çok sevinirim Noel Baba.

 

5. Chanel Luxe Üçlemesi: Bir Chanel hayranı olarak üzerinde harika Chanel logosunun bulunduğu, 3 kitaptan oluşan bu seri kesinlikle ama kesinlikle benim olmalı Noel Baba!

Başında binlerce insanın istekleri olacağı için listemi kısa tutayım dedim, yoksa istersen 100'e kadar çıkabilirim. Hepsi sırf seni düşündüğümden Noel Baba!

Not: Bu yazı aynı zamanda Aralık ayında burada yeni yıl konseptli yazıların çokça görüleceğinin ve ufak sürprizlerin bir işareti olabilir, bilginize. :)

Fotolar: Fashionista, Net-A-Porter, Fashion Fois Gras, The Blonde Salad, Vivetta

28 Kasım 2011 Pazartesi

FASHION IN MOTION: Victoria's Secret Meleklerinin Mick Jagger Dansı

Victoria’s Secret Fashion Show 2011 yarın CBS ekranlarında olacak. Biz de muhtemelen, yüreğimiz buna el verir ve gücümüz yeterse şayet, yılbaşı gecesi televizyonda izleyebiliriz.

Victoria’s Secret’ın insan üstü modellerle çalışması, mükemmel ötesi sunumlar hazırlaması gibi özelliklerinin yanı sıra bir de şu özelliği var: Meleklerinin müzisyenlerle olan aşklarını podyumlara taşıyor. Heidi Klum ve Seal ikilisini hatırlamayan yoktur herhalde. Şimdiyse bu çiftlere bir yenisi daha eklendi. Çoğunuz bu çifti zaten biliyorsunuzdur ama eğer hala aranızda bilmeyenler varsa, önce derin bir nefes alsın; çünkü çifti açıklıyorum: Adam Levine ile Anne Vyalitsyna! Çirkin şansı dedikleri şey yalan sanırım, çünkü Victoria’s Secret’ın meleğindeki düpedüz güzel şansı.


İşte bu büyük aşktan ötürü Maroon 5’ın solisti Adam Levine, Victoria’s Secret’ın yarın CBS’de de yayınlanacak olan şovunda sahnedeydi,  “Moves Like Jagger”ı seslendirerek sevgilisine resmen serenat yaptı, ortaya da şu yukarıdaki kareler çıktı.

Maroon 5’ın aynı şarkısını kullanarak eğlenceli bir de video hazırlamışlar. Bu videoda Victoria’nın meleklerini Mick Jagger’ımsı hareketler içinde görebilirsiniz ama ben şahsen videoyu adeta bir Rıdvan Dilmen edasıyla “Çok güzeller evet, ama bir Mick Jagger değiller” diyerek izledim. Siz yine de aşağıdaki videoyu izleyin ve en Mick Jagger hareketlerine sahip Victoria’s Secret meleği hangisiymiş, kendiniz karar verin. J



Fotolar: Daily Mail

23 Kasım 2011 Çarşamba

Zamansız ve İşlevsel Bir Gardırop İnşa Etmek

Pukka Living ekibi olarak çıkardığımız Müstesna İstanbul adlı kitabımız için geçtiğimiz sene yazı hazırlarken Beşiktaş’taki Örücü Burhan’ı ziyaret etmiştim. Kendisiyle görüşürken zaten gizliden gizliye bildiğim acı bir gerçek yüzüme tokat gibi çarpmıştı; insanlar artık kıyafetlerini onarmıyorlardı. Fast fashion her yerimizi işgal etmişti, bir kıyafeti onarmak yerine gidip yenisini almak insanlara hem daha kolay hem de daha hesaplı geliyordu. Zaten adı üstündeydi, hızlı moda! Hiçbir kıyafet onu onarmamıza değecek kadar değerli olamıyordu nazarımızda ve o kadar uzun bir süre hayatımızda kalamıyordu. İki, bilemedin üç ay sonra ondan sıkılıyor ve artık giymek istemiyorduk. Bunda modanın da etkisi büyük, çünkü bütün bunlar olurken o sizin önünüze almanız gereken bir dolu yeni şeyi çoktan koymuş oluyor bile.


Peki siz hangisisiniz? Modanın sizin önünüze koyduğu her güzel ve yeni şeyi hemen alan ve tek kullanımlık parçalara sahip olan mı yoksa modayı ve trend’leri var olan stilinizi beslemek için bir kaynak olarak gören, zamansız ve işlevsel bir gardırop inşa etmeye çalışan mı? Cevabınız ikincisiyse harika, ama ilkiyse muhtemelen şöyle bir durum içerisindesiniz: Dolabınız tepeleme kıyafet dolu, yatağınızın üstünde dahi küçük bir tepe var ama yine de her sabah giyecek hiçbir şeyim yok diye yakınıyorsunuz. Daha iki ay önce aldığınız bir elbiseyi bugün, hem de daha hiç giymeden, dünyanın en kötü elbisesi olarak nitelendiriyorsunuz. Dolabınız alıp alıp giymediğiniz, hatta varlıklarını bile unuttuğunuz parçalarla dolu. Muhtemelen Versace for H&M hiç tarzınız olmamasına rağmen, ondan da birkaç parça edinmeyi ihmal etmediniz. J Yani kısacası bunca varlığın içinde resmen yokluk çekiyorsunuz.


Bir de bu ikisinin arasında kalanlar var, benim gibi. Yani vücut tipini, stilini, neyi giyip neyi giyemeyeceğini çok iyi bilmesine rağmen, çok zayıf bir anında karşılaştığı bir kıyafet karşısında yenilgiye uğrayarak sırf rengine, modeline ya da üzerindeki desene vuruldu diye eve belki de asla giymeyeceği bir parçayla dönenler. Bir de bu parçalar öyle parçalar oluyor ki; ne elden çıkarmaya kıyabiliyorsunuz, ne de giyebiliyorsunuz. Onca paraya kıyıp aldığınız ciciler, dolabınızdan size hüzünlü hüzünlü bakarken siz de onlara gereken ilgiyi gösteremediğiniz için hayıflanıyorsunuz. Evet, benim de geçmişimde ne yazık ki böyle acı deneyimlerim oldu ve bunları bir daha yaşamamak, en azından minimuma indirmek için 3 temel kuralı yürürlüğe koydum ve bu kuralları sizinle de paylaşayım dedim. Kim bilir, belki işinize yarar. J


Kural 1: Güzel Olan Her Şey Senin Olmak Zorunda Değil!

Her sene yüzlerce güzel elbise, ayakkabı ve çantayla karşılaşıyoruz. Bütün bunların hepsine sahip olmanın imkansızlığı bir yana, aynı zamanda gereksiz de. Askıda çok güzel duran ama asla giyemeyeceğimiz kıyafetleri almak tamamen lüzumsuz bir harcama. Bu yüzden alışveriş yaparken gördüklerimizi muhakkak önce bir filtreden geçirmeliyiz. Ben bunu çeşitli soruları kendime sorarak gerçekleştiriyorum:
  • Bunu almayı gerçekten istiyor muyum?
  • Ürün fiyatı ile doğru orantılı mı?
  • Bunu nerede ve neyle giyebilirim? Daha da önemlisi giyebilir miyim?
  • Kendimi içinde rahat hissediyor muyum? (Bazı ayakkabıların bu soruyu görmezden gelmeme sebep olduğu doğrudur. J )
  • Uzun vadeli kullanabilir miyim? (İşte bu soru zamansız ve işlevsel bir dolap inşa etmenin kilit noktasını oluşturuyor.)

İşte bu sorulardan birine evet cevabını veriyorsanız, o ürünü alabilirsiniz. Ama ben genelde en az ikisine evet cevabı verdiğimde o ürünü almayı daha doğru, daha garantili buluyorum.


Kural 2: Vücudunu Tanı!

Bir başkasının üzerinde gördün, çok beğendin ve hemen almak istiyorsun. Hayır! Başkasının üzerinde güzel duran, senin üzerinde de güzel duracak diye bir şey yok; çünkü herkesin vücut tipi farklı. Moda aslında kusurlarımızı saklamak, güzel taraflarımızı ise ortaya çıkarmak için mükemmel bir silah. Bu silahı iyi kullanmak için ise önce vücut tipimizi tanımamız, sonra da ona göre alışveriş yapmamız gerekiyor.


Kural 3: Gardırobunu Sağlam Temeller Üzerine İnşa Et!

Gardırobumuzu tıpkı bir bina inşa eder gibi, sağlam bir temel üzerine inşa etmeliyiz. Bu sağlam temel ise bir dolabın olmazsa olmaz parçaları oluyor. Bu parçalar olmadı mı üzerine ne eklersek ekleyelim, o dolap yıkılır. Aynı zamanda bu parçalar zamansız oldukları için her daim kurtarıcımız olacaklardır. Dolabımızın bu olmazsa olmazları kişiden kişiye göre ufak farklılıklar gösterebilir belki ama bazıları var ki artık genelgeçer parçalar haline gelmiş durumda. Benim listem ise şöyle:
  • Deri ceket! 
  • Küçük siyah elbise!
  • Başta beyaz olmak üzere çeşit çeşit gömlekler. Kesinlikle kurtarıcı niteliğindeler.
  • Siyah topuklu ayakkabı!
  • Vücut şekline uygun bir denim pantolon!
  • Basic tişörtler, özellikle de siyah ve beyaz renginde.
  • Trençkot!
  • Yüksek bel etek ve pantolonlar. Bu benim tamamen kişisel zevkimle doğru orantılı bir madde. Onlarsız yapamıyorum diyebilirim.
  • Siyah kalem etek!
  • Şık bir clutch!

Siz de böyle bir liste yapmalı ve bu listedekileri temin etmeden üzerine yeni bir şeyler koymaya çalışmamalısınız.


Bu upuzun yazıyı buraya kadar okuyabildiyseniz şayet, bir de şunu ilave etmek isterim: Kıyafetlerinizden hemen vazgeçmeyin, onlara başka şanslar vererek başka şekillerde de kullanmaya çalışın. Kalplerini kırmayın. J

Fotolar: Daily Mail, Beauty Dart, Partique

22 Kasım 2011 Salı

Bir Moda İkonu: Carmen Dell'Orefice

Bir kadın düşünün ki hem Vogue’a kapak olan en genç modellerden biri olarak anılsın, hem de çalışan en yaşlı model unvanına sahip olsun. Modelliğin Cahit Sıtkı Tarancı’nın ünlü şiirindeki yaşa gelindiğinde bırakılması gerektiğine inanlara inat, 66 yıllık modellik kariyeriyle hala dimdik ayakta dursun. İşte o kadın, yani Carmen Dell’Orefice,  London College of Fashion tarafından 16.11.2011-14.01.2012 tarihleri arasında gerçekleştirilecek olan, kariyerini ve hayatını anlatan fotoğraflarla dolu Carmen: A Life in Fashion adlı bir sergiyle onurlandırılıyor. Bu sene 80. doğum gününü kutlamış olmasına rağmen güzelliğinden ve eşsiz karizmasından hiçbir şey kaybetmemiş, aksine yıllar geçtikçe güzelleşmiş olan bu kadını bir de biz bu sayfalarda onurlandıralım ve hala devam ettirdiği modellik kariyeri karşısında şapkamızı çıkartalım.


Modelliğe Başlayış

3 Haziran 1931 yılında dünyaya gelen Carmen Dell’Orefice, ilginç ve farklı güzelliğini İtalyan ve Macar genlerinin birbirine karışmasına borçlu. Carmen henüz 13 yaşındayken, New York’ta, bale sınıfına gitmek için bindiği otobüste kocası Harper’s Bazaar fotoğrafçısı olan bir kadın tarafından keşfediliyor. Böylelikle bir deneme çekimi ayarlanıyor ve çekimin sonucunda bu fotoğrafçı kendisine resmen “İyi kızsın, hoş kızsın ama maalesef ki fotojenik değilsin” diyor. Einstein’a da hocaları salak dememişler miydi zaten? İşte bu noktada Carmen’in Vogue editörü Carol Phillips’in yakın arkadaşı olan vaftiz babası devreye giriyor, yakın arkadaşıyla bağlantıya geçerek Carmen’e bir çekim daha ayarlıyor ve daha iki hafta önce fotojenik bulunmayan Carmen, iki hafta sonra kendisini Host P. Horst’un objektifi karşısında buluveriyor.

Bu sayede Carmen, Vogue ile bir kontrat imzalama şansını elde ediyor ve hala daha adını duyduğumuzda heyecanlanmamıza sebep olan bir ismin, Diana Vreeland’in karşısına çıkıyor. Diana, Carmen’i iyice bir süzdükten sonra kendisine şöyle diyor: "Boynunu biraz daha uzat, ben de seni Paris’e yollayayım." İşte altın kız Carmen Dell’Orefice için her şey böyle başlıyor.


Aile Hayatı

Böyle anlatınca Carmen’in hayatı kulağa peri masalı gibi gelebilir. Ama işin aslı öyle değil, onun ki daha çok bir Külkedisi hikayesi. Babası Carmen daha çok küçükken evi terk ediyor. Aşırı hırslı annesi ise ne yaptıklarını ne de fiziğini yeterli buluyor. Carmen’in tek istediği annesi tarafından sevilmekken, annesi onu sürekli en iyisi, en başarılısı olması için zorluyor. Üstelik maddi durumları da o kadar kötü ki, evlerinde telefon olmadığı için Vogue, evlerine birilerini yollamak suretiyle Carmen’i modellik işlerinden haberdar ediyor. Modellik Carmen için aslında bir kurtuluş oluyor, modellik yaparak kazandığı paralar sayesinde hem kendisini hem de ailesini geçindiriyor.


Modellikte 66 yıl

1940’lar modelliğe bakışın farklı olduğu, modellik yaşının pek de tartışılmadığı yıllar olsa gerek. Çünkü henüz 13’ündeyken Carmen, şimdi olsa günlerce konuşulup kınanacak bir şey yapıyor; Salvador Dali’ye üstsüz bir şekilde poz veriyor. 15’ine geldiğinde ise ilk Vogue kapağı çekimini dönemin önemli fotoğrafçısı Erwin Blumenfeld ile gerçekleştiriyor ve onun en sevdiği modellerden biri haline geliyor.

Carmen kariyeri boyunca Vogue kapağını 6 kez süslüyor, 14 kozmetik reklam kampanyasında yer alıyor ve Norman Parkinson, Richard Avedon, Irving Penn, Cecil Beaton gibi dönemin en başarılı fotoğrafçıları tarafından fotoğraflanıyor. 2000’de John Galliano, 2004’te Hermes, 2011’de ise Alberta Ferreti için podyuma çıkıyor ve modelliğe başladığı ilk günden bugüne kadar ara vermeden devam ediyor; tam 66 yıl.


Güzelliğinin ve Yaşlanmıyor Oluşunun Sırrı

Kestane renkli saçları yıllar içinde beyaz rengini aldı, biraz daha olgunlaştı, her geçen gün daha iyi bir model oldu ama Carmen Dell’Orefice asla yaşlanmadı, en azından bizim yaşlılığı tanımladığımız şekilde. Peki 80 yaşında olmasına rağmen nasıl hala bu kadar güzel ve zarif? Kendisiyle yapılan bir röportajda bu soruya ”Eğer birkaç kilo almışsam hemen yemeği keser ve sıvı diyetine girerim, çünkü hayatta denge ve disiplin çok önemli” diye yanıt veriyor ve ekliyor, “Hiçbir zaman güneşe çıkmadım, içki ve sigara içmedim. Bunların dışında bir sırrım yok.”

Peki biz de sigara içmesek, güneşe çıkmasak ve alkol kullanmasak bir Carmen Dell’Orefice olabilir miyiz? Hiç sanmıyorum.

Fotolar: Huffington Post, The Last Goddess, The Lingerie Addict, The Very Smong

20 Kasım 2011 Pazar

FLASHIONBACK: İlk Moda Haftası

Bugün moda tarihinin tozlu sayfalarında yine bir yolculuğa çıkıyor ve taa ilk moda haftasının gerçekleştiği dönemlere gidiyoruz.


İkinci Dünya Savaşı, her alanda olduğu gibi moda konusunda da modanın merkezi Paris’i kötü etkilemişti. Fransa’nın ekonomisi çökmüştü. Couture endüstrisinde sahip olduğu o itibar sallantıdaydı. Ama tüm bunlara rağmen işgal altındaki Paris’te yine de moda sektörü tamamen durmamıştı, kıyafetler hala satılmaya devam ediyordu. Çünkü moda Fransızlar için biraz da onur meselesiydi. Ama şöyle bir sorun vardı; Amerikan basını, savaş nedeniyle Paris’teki şovları izlemeye gidemiyordu. Paris modasının denizaşırı ülkelerle olan bağlantısı sekteye uğramıştı. Vogue ise çoktan şu soruyu sormaya başlamıştı bile: Paris’in modası olmadan Amerika ne yapacak? Bu soruya New York’tan yanıt geldi: Moda haftası! Böylelikle hem Fransız modasının üzerindeki ilgiyi Amerikalı tasarımcılara çekmek, hem de dünyaya başka bir moda merkezinin daha olduğunu göstermek için 20 Temmuz 1943 yılında New York’ta ilk moda haftası düzenlendi.

Eleanor Lambert

Eleanor Lambert tarafından düzenlenen ilk moda haftasının adı aslında Fashion Week değildi, bu organizasyona Press Week adını vermişlerdi. Bu “basın haftası” için ülkenin her yerinden 150’ye yakın gazeteci bir haftalığına New York’a davet edildi ve bunların 56’sı bu davete katılmayı kabul etti. 56 gazeteci New York’taydı, dünyaya New York’un Paris’ten aşağı kalır bir yanının olmadığını göstermek için.

İşte günümüzde Paris, Milano, New York gibi şehirlerde her sene iki kere düzenlenen, yakın bir zaman önce ülkemize de sıçrayan, tüm dünyanın büyük bir heyecanla beklediği moda haftalarının geçmişi buna dayanıyor. Amerika ise istediğini aldı, sadece Fransız tasarımcılarla dolu olan Vogue ve Harper’s Bazaar gibi dergilerde Amerikalı tasarımcılar da yavaş yavaş boy göstermeye başladılar. Günümüzde ise moda dendiğinde New York, başlarda gölgesinde kaldığı Paris’in yanında dimdik ayakta duruyor. İyi ki de böyle oldu. Yoksa Marc Jacobs ya da Jason Wu’suz ne yapardık?

Fotolar: Habitually Chic, On This Day in Fashion

17 Kasım 2011 Perşembe

Stil Günlüğü: Ahsen Uğurlu

Ahsen Uğurlu-Yönetici, İstanbul


Bugün ne giyiyorsun?
Zara'nın erkek bolümünden aldığım blazer’ı, Mango deri şortumu, H&M Men gömleğimi, Prada çantamı, Nursace botumu, Bershka şapkamı ve Ray-Ban Wayfarer gözlüğümü. Kolyemi de yıllar önce Nine West’ten almıştım.

Bu kombini hazırlayıp evden çıkman ne kadar sürdü?
Bu kombine akşam 15-20 dakikada karar verdim ve sabah giydim. Araba kullanacağım için yolda düz ayakkabı giydim tabii.

Nereye gidiyorsun?
Günübirlik Ankara’ya gidiyorum, blogger arkadaşlarımla buluşmaya. :)

Stilini nasıl tanımlarsın?
Çok karmaşık bir stilim yok. İçinde rahat hissetmeyeceğim şeyleri giymiyorum, fazla salaş giyinmeyi de tercih etmiyorum. Maskulen ve feminen detayları sık sık bir arada kullanırım. Mini şortlar ve eteklerden vazgeçemem.

Nerelerden alışveriş yapmayı seviyorsun?
Zara geçen yıldan beri favorim oldu, bir şey almadan çıkamıyorum artık oradan. Fiyat-kazanç oranı çok iyi. Onun dışında Bershka, Stradivarius, H&M gibi fast fashion markalarından da sık sık alışveriş yapıyorum. Ayakkabılarım daha çok Nine West, Steve Madden, Zara ve İnci’den alıyorum. Çanta kalitesi benim için çok önemli; tercihim Marc Jacobs, Prada, DKNY ve Gucci.


En son ne aldın?
Zara’dan asimetrik etek ve Bershka’dan kalın örgülü kazak.

Herkesin bilmediği, kendi keşfin bir alışveriş yeri önerisi?
Herkesin bilmediği bir yer öneremem aslında. Ben bile biliyorsam, herkes biliyordur mutlaka. :) Ama Anadolu yakasında bir outlet mağaza var, orada enteresan parçalar bulabiliyorum zaman zaman.

Ne dinliyorsun?
Şu aralar ağırlıklı olarak Adele ve Coldplay albümleri.

Ne okuyorsun?
İki kitap aynı anda –bazen üç de olabiliyor-: Bir İstanbul Hatırası-Ahmet Ümit ve Human Instinct-Robert Winston.

Blog ya da web adresi?

16 Kasım 2011 Çarşamba

Annelerinin Kızları

Kendi dönemlerinde çığır açmış ve hala da açmaya devam eden kadınların onlardan devraldıkları bayrakları başarıyla taşıyan kızları, annelerinin gölgelerinde kalmak şöyle dursun, bizlere boynuzun kulağı nasıl geçtiğini gösteriyorlar. Mükemmel genlere sahip olmalarını doğru şekilde kullandıklarında kimse onları durduramıyor. İşte über-anneler ve onların moda dünyasını sallayan kızları.

Jerry Hall-Georgia May Jagger/Lisa Bonet-Zoe Kravitz

Jerry Hall-Georgia May Jagger: Jerry Hall, döneminin en çok fotoğraflanan modellerinden biri, aynı zamanda Tim Burton’ın Batman’inde de rol almış bir oyuncu. Hem Bryan Ferry’i hem de Mick Jagger’ı kendisine aşık ettiğini ve Mick Jagger’ın Bianca Jagger gibi bir kadından ayrılmasına neden olduğunu düşünecek olursak, kendisindeki cazibeyi ve çekiciliği tahmin etmek hiç zor değil. The Rolling Stones’un “Miss You”su ve Bryan Ferry’nin “Kiss and Tell”i kendisine yapılmış şarkılar. İşte Georgia May Jagger, böyle bir kadının bir rock’n roll efsanesinden, yani Mick Jagger’dan olan dört çocuğundan biri. Böyle bir anne ve babanın karışımı olan Georgia May, 1992 doğumlu ve annesinin izinden giderek model olmayı tercih etti. Ayrık dişleri, alternatif güzelliği ve anne-babasından aldığı süperstar’lık genleriyle de kısa zamanda moda dünyasının göz bebeği haline geldi. Vogue, Dazed & Confused, i-D gibi pek çok dergiyi süsledi. Chanel, Versace, Rimmel gibi önemli markalarla çalıştı. Üstelik The British Fashion Awards 2009’da yılın modeli seçildi.

Lisa Bonet-Zoe Kravitz: Lisa Bonet; The Cosby Show ile tanınmış, Angel Heart ile önemli bir başarıya imza atmış, farklı tarzı ve doğal güzelliği ile dikkatleri üzerine çekmeyi başarmış bir oyuncu. Her ne kadar ayrılmış olsalar da, gelmiş geçmiş en iyi çiftlere dair bir liste yapıldığında muhakkak bu listede yer alacak kadar birbirine yakışan Lisa Bonet ve Lenny Kravitz’in ortak ürünlerine verdikleri ad ise Zoe Kravitz. Annesinden aldığı güzelliği ve babasından aldığı “rock chic” tarzı sayesinde kısa zamanda stiliyle dikkat çekmeyi başardı. Hem oyuncu, hem model, hem de müzisyen olan Zoe; Vera Wang’in Princess parfümünün yüzü oldu, Alexander Wang’in reklam kampanyasında yer aldı ve Elle, Jelouse, Venus Zine gibi dergilerde karşımıza çıktı.

Jerry Hall-Elizabeth Jagger/Lisa Marie Presley-Riley Keough
 
Jerry Hall-Elizabeth Jagger: Jerry Hall ve Mick Jagger birlikteliğinin bir diğer sonucu; Elizabeth “Lizzy” Jagger. Lizzy de kardeşi Georgia gibi annesinin izinden giderek modellik üzerine yoğunlaştı ve bu konuda kendine hatırı sayılır bir yer edinmeyi başardı. 1984 doğumlu olan Lizzy; Vogue, Playboy, Nylon, Amica gibi dergilerin kapağında yer aldı. Thierry Mugler, Vivienne Westwood, DKNY, Miss Sixty ve Diane von Furstenberg gibi markalar için podyuma çıktı.

Lisa Marie Presley- Danielle Riley Keough: Fazla söze gerek yok. “Rock and Roll’un Prensesi” olarak anılan Lisa Marie Presley, Elvis Presley’nin kızı. Şarkıcı ve şarkı sözü yazarı Lisa Marie’nin kızı, Elvis Presley’nin torunu Danielle Riley Keough ise ne dedesinin ne de annesinin izinden gitmeyi tercih etti. Müzik yerine modellik ve oyunculukta karar kılan Riley, 1989 doğumlu. Vogue, L’Officiel, Russh, Dazed & Confused gibi dergilerde boy gösterdi. 2004’te David Yurman’ın reklam kampanyasında Kate Moss ve Amber Valetta ile birlikte yer aldı. Christian Dior Miss Cherie parfümünün yüzü oldu ve 2006’da Victoria’s Secret için podyumda yürüdü.

Jane Birkin-Lou Doillon/Carine Roitfeld-Julia Restoin-Roitfeld
 
Jane Birkin-Lou Doillon: Jane Birkin, gelmiş geçmiş en önemli stil ikonlarından biri. Günümüzde hala pek çok kişiye ve tasarımcıya ilham vermeye devam ediyor. Hermes’in kendisi için özel tasarladığı The Birkin Bag; en ikonik, en zamansız çantalardan biri. Lou Doillon da annesinden devraldığı güzellik ve stil bayrağını modellik ve oyunculuk üzerinde yoğunlaşarak taşıyor. Yapmış olduğu ilginç seçimler ve her giydiğini kendine yakıştırabilmesi nedeniyle kısa zamanda bir “it girl” haline geldi. Vanessa Bruno, Givenchy, H&M, Mango, Missoni gibi markalarla çalıştı. Madame Figaro, Zoo Magazine, Tatler, Playboy gibi pek çok derginin kapağında karşımıza çıktı. 2007 Pirelli Takvimi’nde yer aldı. Bütün bunların yanı sıra babası Jacques Doillon’un yönettiği Trop (Peu) d’Amour ve annesinin yönettiği Boxes gibi filmlerde oynadı.

Carine Roitfeld-Julia Restoin-Roitfeld: Carine Roitfeld 2001’den 2011’e kadar Fransız Vogue’un editörlüğünü yapmış, moda ile uzaktan yakından ilgilenen herkesin çok yakından tanıdığı bir isim. Moda dünyasına bir model olarak giren anne Roitfeld, şimdilerde de Carine Roitfeld: Irreverent adlı kitabıyla adından çokça söz ettiriyor. Moda ile bu kadar içli dışlı büyüyen biri olarak Julia da kendisine bu kulvarı seçti ve tıpkı annesi gibi hem kamera önünde hem de işin mutfağında çalışmak için kolları sıvadı. Tom Ford’un Black Orchid adlı parfümünün yüzü oldu, Roberto Cavalli for H&M’in reklam kampanyasında yer aldı. Ayrıca Zac Posen, Jean-Paul Gaultier, Peter Som gibi birçok ünlü markaya da danışmanlık yapıyor.

Yasmin Le Bon-Amber Le Bon/Isabella Rossellini-Elettra Rosellini Wiedemann

Yasmin Le Bon-Amber Le Bon: Zamanının süpermodeli, markaların ve podyumların vazgeçilmezi, Duran Duran’ın solisti Simon Le Bon’un güzel eşi Yasmin Le Bon’un kızı olan Amber Le Bon’un bu kadar güzel bir anneye ve bu kadar yakışıklı bir babaya sahip olması nedeniyle güzel olmaktan başka bir seçeneği yoktu. O da tıpkı annesi gibi bu güzelliğini modellik yaparak değerlendirmeye karar verdi. 1989 doğumlu Yasmin, şimdiye kadar River İsland’dan Asos’a, Moschino Cheap & Chic’den Pantene’e kadar birçok markanın reklam kampanyasında yer aldı. Mark Fast, Topshop Unique, Giles Deacon gibi markalar içinse podyumda yürüdü.

Isabella Rossellini-Elettra Rossellini Wiedemann: Isabella Rossellini, 14 yıl boyunca Lancome için modellik yaptı. Bruce Weber, Helmut Newton, Steven Meisel, Annie Leibovitz gibi dünyaca ünlü fotoğrafçılar tarafından fotoğraflandı. David Lynch’in harika filmi Blue Velvet ve Death Becomes Her gibi filmlerde oynadı. Ayrıca kendisi Ingrid Bergman’ın da kızı olur. Elettra’nın böyle bir soydan geldiğini göz önünde bulundurursak; Lancome, Salvatore Ferragamo, Tommy Hilfiger, Abercrombie & Fitch gibi markaların neden onunla çalışmak istediğini daha kolay anlayabiliriz.

Pearl Lowe-Daisy Lowe/Jane Birkin-Charlotte Gainsbourg

Pearl Lowe-Daisy Lowe: Şarkıcılıktan moda tasarımcılığına geçen Pearl Lowe ile Bush’un vakt-i zamanında gerek karizması, gerek sesiyle ortalığı kasıp kavurmuş solisti Gavin Rossdale’in 1989 yılında bir kızları oldu; Daisy Lowe. Uçuk kaçık hallerini ve çılgınlıklarını kesinlikle annesinden almış olan Daisy, 2006’da Kate Moss’un yerini alarak Agent Provocateur ile çalıştı. Urban Outfitters, French Connection, Marc by Marc Jacobs gibi markaların reklam kampanyalarında yer aldı. Swarovski ile işbirliği yaparak gezegenlerden ve yıldızlardan esinlenerek tasarladığı bir takı koleksiyonu çıkardı.

Jane Birkin-Charlotte Gainsbourg: Jane Birkin’in Serge Gainsbourg’dan olan bir diğer kızı Charlotte Gainsbourg, tıpkı annesi gibi şarkıcılığı ve oyunculuğu bir arada yürütüyor. Üvey kardeşi Lou Doillon ile en iyi giyinen kardeşler arasında gösteriliyorlar. Güzellik normlarına uymayan tipi, sahip olduğu Fransız asaleti ve çekiciliği sayesinde bugüne kadar sayısız derginin kapağını süsledi, Balanciaga için modellik yaptı.

Fotolar: Zimbio, Elle, I Want to Be a Roitfeld, Life, Birkin.typepad

14 Kasım 2011 Pazartesi

BOOK QUEEN: Unutamadığımız Elbiseler

Kahvenizin yanında ne alırdınız? Bir dilim havuçlu kek? Cookie? Mozaik pasta? Kahveye eşlik etmede en az bunlar kadar, kimi zaman belki daha bile fazla başarılı olan bir şey biliyorum; içeriğini sevdiğiniz, görsellerine bayıldığınız, aynı zamanda bir evin dekorasyonunun olmazsa olmaz parçalarından olan bir kahve masası kitabı. National Geographic’in Journeys of a Lifetime: 500 of the World’s Greatest Trips’i gibi mesela ya da Taschen’den çıkan Gil Elvgren: All His Glamourous American Pin-Ups gibi. Valentino: Themes and Variations gibi. In Vogue: The Illustrated History of the World’s Most Famous Fashion Magazine gibi.


Şu sıralar ise benim kahvemin bir süre hiç ayrılmadan beraber takılmayı istediği, rahat edebilsin diye kahve masamın en güzel köşesini ona ayırdığı bir kitap var; Hal Rubenstein tarafından kaleme alınan 100 Unforgettable Dresses.

Pretty Woman'ın unutulmaz sahnelerinden biri. Julia Roberts kırmızı Marilyn Vance-Straker elbisesi içinde.

Kitabın adından da anlaşılacağı üzere Hal Rubenstein; unutulmayan, unutulamayan, eskimeyen, zamansız, dönemsiz elbiseleri tek bir kitapta toplamış. Hal Rubenstein “Kitapta göreceğiniz her elbise güzel olduğu için orada değil” diyor, “Ama görür görmez ben bu elbiseyi hatırlıyorum diyeceksiniz. Çünkü bütün bu elbiselerin benim neslim ya da benden sonraki nesillerle tarihi ya da duygusal bir bağı var.”

Prenses Diana'nın muhteşem gelinliği.

Peki bir elbiseyi unutulmaz yapan nedir? Kumaşı mı? Kesimi mi? Belki, ama yalnızca bu değil. Bir elbiseyi unutulmaz yapan şey; doğru yerde, doğru zamanda, doğru kadın tarafından giyilmesi. Alber Elbaz kitabın ön sözünde bunu çok güzel özetliyor: “Çünkü hatırlanmaya değer olan elbise, hayret verici olmaktan fazlası olmalıdır. O yalnızca üç metre kumaş ya da bir eskiz değildir. Bir elbiseyi unutulmaz yapan ve onu tamamlayan en önemli faktör, onu giyen kadındır.”

Halle Berry'nin hem bizler hem de kendisi için en unutulmaz anlarından biri. 2002'de en iyi kadın oyuncu dalında Oscar kazanır. Konuşmasında nasıl ağladığını dün gibi hatırlarım ve üzerinde Elie Saab vardır./ Elizabeth Hurley deyince herkesin aklında ilk canlanan görüntü sanırım bu. Hal Rubenstein, bu çengelli iğnelerle bezeli Versace elbise için " Elizabeth Hurley o güne kadar  bilinmiyordu. Bu elbiseyi giydikten sonra 24 saat içinde dünyaca ünlü bir kadın oldu" der./ Lady Gaga'nın giydiği onlarca çılgın kıyafet arasından insanın gözünün önüne ilk gelen elbiselerden biri, bu Giorgio Armani imzalı elbisesi.

Kitapta bu unutulmayan elbiselerin fotoğraflarının yanı sıra bu elbiselerin tüm detaylarını anlatan metinler bulacaksınız ve eminim ki sinema, müzik ya da moda ile az da olsa ilgilenen herkes içindeki elbiselerin çoğunu tahmin edecek ya da görünce tıpkı yazarının dediği gibi “Evet ya, ben bunu hatırlıyorum” diyecektir.

Öyleyse kahvenizin yanında bir dilim 100 Unforgettable Dresses almaz mısınız?

* Kitap Amazon’da satışta. Burayı tıklayarak satın alabilirsiniz.
* Peki sizin unutamadığınız elbise ya da elbiseler? Hadi yorumları görelim. :)

Fotolar: The Wall Street Journal, Stylelist

12 Kasım 2011 Cumartesi

TREND QUEEN: Şapkasız Çıkmam Abi!


Bereler, kasketler, kürklü kalpaklar, kepler, western tarzı şapkalar, fötrler… Bu sezon renk, model, büyük-küçük demeden her türden şapka kafalarımızı süslüyor.

Yazın sıcağından ve güneşinden; kışın soğuğundan, yağmurundan ve karından bizleri koruyan şapkalar, bu sezon bambaşka bir anlam kazandılar. Kötü saç günlerini kamufle etmek için tercih ettiğimiz ya da yalnızca ihtiyaç halinde kullandığımız bir aksesuar olmaktan çıktılar ve sezonun ana parçası haline geldiler. Bu sezon şapkalarımız, en az yaptığımız ayakkabı ve çanta seçimleri kadar önem taşıyorlar.

Gucci/Victoria Beckham/John Galliano/Hermès

Gucci’den Prada’ya, John Galliano’dan Lanvin’e, Victoria Beckham’dan Marc Jacobs’a, Missoni’den Burberry Prorsum’a kadar hemen hemen bütün markaların 2011 kış koleksiyonları şapkadan geçilmiyor; her modelden, her renkten, her büyüklükten ve her dönemden şapka podyumdan bizleri selamlıyordu.

Marc Jacobs/Louis Vuitton/Missoni/Lanvin

Kışın paltolarımızın altından pek gözükemeyen kıyafetlerimizi dışa vurmanın en güzel yollarından biri kesinlikle tarzımıza uygun bir şapka ile stilimizi tamamlamak. Spor bir görüntü için tercihimizi kasketlerden ya da örgü berelerden yana kullanabiliriz. Daha dramatik bir görüntü istiyorsak, 1940’lı yılların önü file olan şapkaları çok işe yarayacaktır. Böylelikle sezonun bir diğer önemli trend’i olan 1940’lı yıllara dönüşe de gönderme yapabiliriz. Hem şıklık hem de soğuktan korunmak gibi işlevsellikler arıyorsak, kürklü avcı şapkaları imdadımıza yetişecektir.

Şimdi hemen dolabınıza koşun ve şapka sayımınızı yapın. Yeterli gözükmüyorsa, kışlık alışveriş listenizin en başına şapka yazmayı unutmayın.

Fotolar: Style.com

11 Kasım 2011 Cuma

Yeni Bir Yüz: Kate Moss'un Kardeşi Charlotte "Lottie" Moss

Kate Moss’un evliliği 2011’in en çok konuşulan olaylarından biriydi. Nasıl konuşulmasın; moda dünyasının en önemli ismi, son süpermodel diye anılan biricik Kate Moss’umuz evleniyordu, gelinliği şu ana kadar gördüğümüz tüm gelinliklerin belki en güzeliydi ve düğün baştan sona Mario Testino gibi bir dahi tarafından fotoğraflanıyordu. Yani birçoğumuzun en uçuk evlilik hayali bile Kate Moss’unkinin yanına yaklaşamazdı.


Tüm bunların yanı sıra bu evliliğe dair çok konuşulan bir şey daha vardı; o da Kate Moss’un nedimelerinden biri olarak karşımıza çıkan Kate Moss’un üvey kardeşi Charlotte Moss ya da aile arasında ona seslendikleri ismiyle Lottie. Moda dünyası onu bu evlilik sayesinde tanıdı ve Kate Moss’un evlilik fotoğrafları internete düşer düşmez ondan “yeni keşif, geleceğin Kate Moss’u” diye bahsetmeye başladı.


Lottie'nin deneme çekimi

Bu durum Kate Moss’un da ajansı olan Storm Models’ın gözünden pek tabii ki de kaçmadı. Lottie’nin potansiyelini açığa çıkarmak ve kamera önünde nasıl durduğunu daha iyi anlayabilmek için geçtiğimiz ay ona bir deneme çekimi ayarladılar. Andrea Carter-Bowman tarafından fotoğraflanan ve çekimler sırasında oldukça eğlenen Lottie, bu ilk çekimini başarılı bir şekilde kotarmış gözüküyor. Eh, ne de olsa Moss soyadını taşıyor.

Henüz 13 yaşında olan Lottie’yi babası da destekliyor. Kızı için herhangi bir kariyer planı yapmanın çok erken olduğunu düşünse de, modelliğin kızı için harika bir başlangıç olabileceğini, insanın karşısına çıkan fırsatları değerlendirmesi gerektiğini, günümüzde iş bulmanın her geçen gün zorlaştığını, bu nedenle de erken yaşlarda bir şeylere başlamanın ileride hayatı kolaylaştırabileceğini söylüyor.


Lottie'nin deneme çekimi

Ama gelin görün ki moda dünyası çoktan Lottie’nin geleceğini tartışmaya başladı bile. “Cindy Crawford’un çene yapısına sahip” diyenler, “Ablası bir istisnaydı, ama Lottie’nin boyu uzun olursa harika bir model olabilir” diyenler, “Doğru kararlar verebilirse, ablasını bile gölgede bırakabilir” diyenler... Anlayacağınız henüz 13 yaşındaki kızımız yakın, hem de çok yakın bir zamanda oldukça popüler olacağa benziyor.

Lottie'nin deneme çekimi

Lottie’nin bundan sonraki adımı ise, sıkı durun, Mario Testino tarafından fotoğraflanmak olacak. Evet, yanlış duymadınız. Kate Moss’un biricik dostu ve favori fotoğrafçısı Mario Testino, Lottie’yi fotoğraflamak için çoktan sıraya girmiş bile. Yani damarlarında dolaşan Moss kanıyla Lottie, Kate Moss’un tahtının en büyük adaylarından biri olacak gibi. Buna kısaca “Moss Saltanatı” da diyebiliriz. Abladan kardeşe geçen bir süpermodellik tacı. E, Kate Moss’un tahtına da ancak bir başka Moss yakışırdı zaten.

Fotolar: The Gloss, Fashionista

10 Kasım 2011 Perşembe

SineModa: The Godfather ve Kay Corleone

Ekşi Sözlük’te biri The Godfather için şöyle demiş: Bence filmler The Godfather ve diğerleri olmak üzere ikiye ayrılır. IMDb’nin Top 250 listesinin en üst sıralarında yer alması ve buradaki yerini yıllardır koruması da, böyle düşünen daha pek çok insanın olduğunu çok net bir şekilde gözler önüne seriyor. Marlon Brando, Al Pacino ve Robert de Niro gibi üç büyük ismi bir seride buluşturmasıyla, harika soundtrack’iyle, Al Pacino’nun Michael Corleone’nin kolej çocuğundan bir mafya babasına olan o geçişini akıl almaz bir başarı ile canlandırmasıyla, mükemmel senaryo ve kurgusuyla, Marlon Brando’nun her zamanki gibi Marlon Brando oluşuyla The Godfather üçlemesi, gelmiş geçmiş en “baba” film olarak anılmayı sonuna kadar hak ediyor.

James Brown’ın “It’s a Man’s World” adlı şarkısını bu filmi tanımlamak için kullanabiliriz aslında. Filmde kadınların oldukça geri planda kaldığı, erkek egemen bir tablo ile karşılaşıyoruz. Ama bütün bunlara rağmen gerek duru güzelliği, gerek saçları ve gerek giydikleriyle aradan sıyrılan ve parıldayan bir kadın var; o da Kay Corleone rolüyle karşımıza çıkan Diane Keaton. Giydiği kıyafetler o kadar göz alıcı ve Diane Keaton baştan sona o kadar ilham verici ki, SineModa bunu es geçemezdi. Ayrıca saf bir genç kızdan mafya eşi olmasına uzanan süreci tek tek giydiği kıyafetler üzerinden okumamıza olanak veren styling çalışması da ayakta alkışlanacak derecede başarılı.



Kanımca en başarılı kostümleri gördüğümüz ilk filmin kostüm tasarımcısı Anna Hill Johnstone. Kay ile ilk defa Michael’ın kardeşinin düğününde tanışıyoruz. Burada giydiği geniş beyaz yakalı, turuncu renkli uzun elbisesi ve kafasındaki şapkasıyla daha ilk sahneden çevresindeki herkesten farklı olduğunu bizlere gösteriyor. Ayrıca bu kıyafeti bence Diane Keaton’ın canlandırdığı bir diğer karakter olan Annie Hall’un yelekli, kravatlı maskulen kıyafeti kadar kült olmayı da hak ediyor. Serinin ilk filminde dikkat edilmesi gereken bir diğer husus da şu: Kay’in her kıyafeti mutlaka kırmızı ya da turuncu tonlarında gidip gelen bir detay içeriyor. Başlarda tamamı turuncu ya da kırmızı olan kıyafetlerle karşımıza çıkarken, film ilerledikçe bu renkleri yalnızca kemer gibi küçük detaylarda görmeye başlıyoruz. Bu renklerin giderek azalıp en sonunda yok olmasıyla sanırım Francis Ford Capolla bizlere Corleone ailesinin Kay üzerindeki etkisini, nasıl kendi olmaktan çıkıp Corleone ailesine adapte olduğunu anlatmaya çalışıyor.


Serinin ikinci filminin kostüm tasarımcısı ise Theadora Van Runkle. Bu filmde saçları koyulaşmış; bej, siyah gibi renkleri tercih eden; ilkine göre daha az dikkat çeken bir Kay Corleone var. Giderek renksizleşen giyim tarzı serinin ikinci filminde doruklara ulaşmış. Ama bu filmin başlarında giydiği lila rengi bir elbise var ki, Diane Keaton’ın zerafetiyle de birleşince ortaya çıkan Kay Corleone tek kelime ile kusursuz olmuş.


Serinin üçüncü filminde artık yaşı oldukça ilerlemiş bir Kay Corleone ile karşılaşıyoruz. Kötü bir evlilik geçirmiş, çocuklarından uzun yıllar ayrı kalmak durumunda kalmış, bu yüzden içten içe mutsuz olan Kay Corleone’nin iç dünyası kıyafetlerine de yansıyor. Serinin sonuncu filminde Kay’i genelde toprak tonları ve ceket-etek takımları içinde görüyoruz. Bu filmin kostüm tasarımcısı ise Milena Canonero.

Bu filmlerin her şeyden önce bir erkek filmi olarak görülmesi nedeniyle başka bir gözle izlenmesinden olsa gerek, Kay Corleone'nin bütün seri boyunca göstermiş olduğu şıklık gözden kaçırılmış olmalı. Yoksa bana kalırsa bu film serisi; en iyi mafya filmi, en iyi film gibi ünvanlarının yanına bir de modasal anlamda en başarılı filmlerden biri olduğunu da eklemeli. Bu yüzden bugün kendinize reddemeyeceğiniz bir teklif yapın ve bu yazıdan hemen sonra The Godfather'ı izlemeye başlayın.

Fotolar: Chicago Sun-Times, Proparchives, Fuck Yeah Al Pacino and Diane Keaton
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...