Kadınlar tarihler boyu hayatlarında kötü giden birtakım şeylerin sonucunda soluğu hep kuaförde almışlardır. Erkekler bunu pek anlayamamış ve bir depresyon belirtisi olarak görmüşlerdir ama bence bu daha çok “yeni bir hayata başlamak için evrene gönderilen bir sinyal”dir. Çünkü kadınlar içgüdüsel olarak bilirler ki; yeni bir saç kesimi ya da rengi, hayatı tamamen değiştirebilir.
Ortaya attığım bu “Yeni bir saç, hayatınızı değiştirebilir” tezini doğrulayacak bir sürü kanıt var elimde. Bu kanıtlar birçoğunuzun sevdiği, örnek aldığı ve takip ettiği isimler aynı zamanda. Bunlardan ilki Lana Del Rey. Kendisi son dönemin en çok konuşulan, en çok dergi kapaklarını süsleyen isimlerinden biri. Canlı performanslarından ötürü pek çok eleştiri alsa da, insanlar onu Amy Winehouse ile mukayese etmeden de duramıyor. Lakin şöyle bir durum var; Lana Del Rey, bizim tanıdığımız ve sevdiğimiz halinden önce Lizzy Grant adı altında da albümler çıkarıyordu ve ne yazık ki pek tutunamamıştı. Lizzy Grant platin saçlıydı ve Del Rey’in şimdiki kızıl saçlı ve retro görünümlü halinden milyonlarca ışık yılı uzaktaydı. Anlayacağınız Lana Del Rey kendisini baştan yarattı ve bu değişime en büyük katkılardan birini de içimizde fotoğrafını alıp kuaföre koşma isteği uyandıran saçları sağladı.
The Girl with the Dragon Tattoo filmi, Rooney Mara’nın ilk büyük gişeli filmlerinden değildi, onun hemen öncesinde bir de The Social Network var. Mark Zuckerberg’in üniversite yıllarındaki kız arkadaşı rolünde karşımıza çıkan Rooney’e kaçımız dikkat ettik? Filmden çıktığımızda “Koskoca Facebook bile bir kız yüzünden kurulmuş” gibi dedikodular yaptık ama bu kızı oynayanın kim olduğunu bir kere bile sorgulamadık. Aynı kız sonra The Girl with the Dragon Tattoo filmi için saçları siyaha boyattı, kahkül kestirdi, daha sert, daha vamp ve daha dominant bir karakter olarak karşımıza çıktı. Sonuç? Yeni stil ikonu ünvanı, kapaklarını süslediği onlarca dergi ve yepyeni bir kariyer.
Anja Rubik, 2000’lerin en başarılı modellerinden biri. Vogue Paris de bu konuda benimle aynı fikirde. Peki Anja’nın adını en çok duyduğumuz, karşımıza eskisinden daha çok çıkmaya başladığı ve eskisinden daha çok tercih edilir bir model haline geldiği dönem ne zamana tekabül ediyor? Tabii ki de saçlarını kısacık kestirdiği zamana. Kendisi de zaten “Saçlarımı kestirince kendimi daha feminen hissetmeye başladım” demiş.
60’lar denilince ilk akla gelen isimlerden biri şüphesiz ki Twiggy. Kocaman gözleri, kısacık saçları ve çırpı bacaklarıyla hala birçok tasarımcıya ilham veriyor. Peki nasıl oldu da dönemin birçok modeli arasından sıyrılıp bu kadar öne çıktı ve daha da önemlisi bir ikon haline geldi? Bunu kendisi açıklasın, söz sende Twiggy: “Ne zaman ki saçlarımı kısa kestirdim, o zaman insanlar beni fark etmeye başladı ve popüler oldum.”
Daha onlarca isim sıralayabilirim böyle, ama bu örneklerle işin özünü anlattığımı düşünüyorum. Doğru saç rengi ve kesimi; size yeni bir hayat, başarı ve daha da önemlisi mutluluk getirebilir. Saçlarınızı hafife almayın. J
Fotolar: HawtCelebs, Zap2it, Celebs101, Monocache
7 yorum:
bayıldım bu posta! Ellerine, yüreğine sağlık bu güzel post için..Bir keresinde ben de belime kadar uzanan saçlarımı kısacık kestirmiştim..Gerçekten de öyle saçları hafife almamak lazım..Mutlu pazarlar :)
cooook tesekkur ederiiim. :))
Merhaba demek istedim;) İzlemeye aldım. Seni de beklerim.
http://bepanthene.blogspot.com/
Buarada,blogun cok ,renkli:)
hımmmm cok doğru benyılardr uzun saclıydım 2 senedır kısa ve cok guzel oldugunu bılıyorum ama bakımı zor dıye ıe uzatıyorum yanı sekılsız dıye..acaba oylama mı apsam:)) hahahha :)))
Pretty!
Bende saçımı değiştirmeyi çok seviyorum. Rahatlıyorum:) Bende bloğuma beklerim.
Görüşmek üzere
www.bakbuharika.blogspot.com
Süper bir post olmuş!!
Yorum Gönder