27 Ekim 2011 Perşembe

Hikayen Ne?: Burçe Bekrek (Tasarımcı)

İşlerini uzun zamandır takip ettiğim ve oldukça beğendiğim bir tasarımcı Burçe Bekrek. Yalnızca tasarımcı demek de pek doğru olmaz; kendisi, imaj danışmanlığı üzerine eğitim almış, Yeditepe Üniversitesi’nde moda editörlüğü dersleri veren bir tasarımcı. Kendi adını taşıyan markasının A’dan Z’ye her şeyinden sorumlu olduğunu da düşünecek olursak, aynı zamanda bir iş kadını. Hal böyle olunca birazdan okuyacağınız söyleşi, kendi adıma çok keyifli oldu.

İşin bir diğer keyifli kısmı ise Beste Zeybel’in bu blog için çok beğendiğim modellerden biri olan Ezgi Bozkurt’u ( şuradan portfolyosuna bakarsanız ne demek istediğimi anlayacaksınız) Burçe Bekrek tasarımları içinde fotoğraflamasıydı. Hem Beste’ye, hem Ezgi’ye, hem de Burçe’ye ayırdıkları zaman için çok teşekkür eder ve sözü Burçe Bekrek’e bırakırım.

Fotoğraflar: Beste Zeybel, Model: Ezgi Bozkurt, Tüm Tasarımlar ve Styling: Burçe Bekrek

Burçe Bekrek

Olmazsa olmaz bir soruyla başlayalım; bize biraz kendinden bahseder misin Burçe?

Teksilci bir ailenin çocuğu olarak büyüdüm. Babadan gelen mesleğin kendi hayallerimle de örtüşmesi üzerine Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tekstil ve Moda Tasarımı Bölümü’ne başladım. Bu bölümden dereceyle mezun olduktan sonra Italya’da imaj danışmanlığı üzerine eğitim aldım ve hemen ardından Istituto Marangoni’de başladığım Fashion Styling Masterı’ndan dereceyle mezun oldum. 2008 yılında Fashion TV Moda Ödülleri’nde en iyi gelecek vadeden moda tasarımcısı ödülünü aldım ve Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tekstil ve Moda Tasarımı Bölümü’nde devam ettiğim akademik kariyerime başladım. 4 senedir Yeditepe Üniversitesi Moda Tasarımı Bölümü’nde moda editörlüğü dersleri veriyorum. Burçe Tekstil bünyesinde konsept ve trend danışmalığı yaparken bir yandan da kendi ismimle kurduğum markamın çalışmalarına devam ediyorum.


Bir de öğretmen kimliğin var. Yeditepe’de moda editörlüğü dersleri veriyorsun. Öğrencilerine sektöre dair verdiğin ilk tavsiye nedir?

Fashion has no MERCY! Yani, modanın merhameti yoktur. Bahaneleri, bekletmeyi, bekletilmeyi sevmez. Hızlı ve öfkelidir. O yüzden en iyisi öğrenciyken buna alışmanız ve bahaneleri, sorumsuzluğu bir yana bırakıp okuldayken bile profesyonel gibi davranmanız ve bu hıza alışmanız. Benim çoğu zaman ilk dersimde söylediğim ilk şeylerdir bunlar. Zira 4. sınıfa gelmiş ve hala ilkokul mantığını taşıyan çok öğrenci var. Bir sene sonra acımasız bir sektörün içinde olacağından habersiz. “Elektrikler kesildi, gerçekten projemi yetiştiremedim” diyen (ki bunu duydum ben hakikaten) bir mantığı anlamak mümkün değil. Çünkü sektörde “Elektrikler kesildi, valla sezonu yakalayamadım” deme gibi bir lüksünüz asla yok.

Vakt-i zamanında bir röportajını okumuştum. Orada yanlış hatırlamıyorsam “Tasarımlarım benim kendimi ifade etme biçimim” diyordun. Peki kendini özgürce ifade edebildiğini düşünüyor musun? Türkiye’de ifade özgürlüğü konusunda hala çeşitli sorunlar yaşandığını düşünecek olursak, bir Türk tasarımcı olarak kafandakilerin ne kadarını yansıtabiliyorsun? Ya da bu süreçte karşına ne gibi engeller çıkıyor?

Evet düşünüyorum. Kendimi ifade etmek için çok provokatif bir hareket yapmama gerek yok. Böyle yalın ve sessiz şekilde de ifade edebildim diye düşünüyorum. Benim kendimi ifade ederken geçirdiğim süreçte, yani üretimde sıkıntılarım var sadece. Engeller bu noktada. En özgür tasarımı yapabilmek için, üretim konusunda da özgür olabilmeniz gerek. Ama adetler küçük olunca Türkiye’de sıkıntı oluyor. Kimse az adetli şeyleri üretmek istemiyor. Adet az olunca tedarikçin bile sana kumaş vermek istemiyor. Neyse ki dediğim gibi ben tekstilci bir aileden geliyorum. Bu bir şans, kullanabilene tabii... Burçe Tekstil, kumaş üretimlerim için bana destek veriyor ve kendi bünyemde üretemediklerimi yazık ki yerli üreticiden değil, yabancılardan tedarik ediyorum. Piyasa çok büyük değil, işçilik de sıkıntı. İyi modelist, iyi makineci bulmak da zor. Bulduğun insanın sabrı da önemli tabii. Ben şanslıyım ki dünyanın en yetenekli makinecisiyle çalışıyorum. Yoksa tasarımlarımda gördüğünüz el işçiliği bant detayları biraz deli işi. :)



Yine bir röportajında Türkiye’deki moda sektörünü anne karnındaki doğmayı bekleyen bir bebeğe benzetmiştin. N’oldu o bebek, doğdu mu sence? Yürümeye başladı mı?

Hürriyet Daily News röportajı. Üstünden çok geçmedi. Değişen bir şey yok. Kıvranıyoruz hep beraber bence. Daha çok destek, teşvik olsa da yurt dışındaki fuarlara katılabilsek diyorum. Burada yapılan şeyler bizleri oradaki satın almacılarla buluşturmuyor ne yazık ki. Ben şu anda isimlerini saymayacağım fuarlara kabul edildim ve birçoğu direkt kendileri davetiye yollayıp davet etti. Gidemedim. Neden? Maddi imkanlar… Burada ne kadar uzar ne kadar kısalırım bilmiyorum, ama ilk fırsatta yurt dışına bir yerlerden giriş yapmak istiyorum. Hayalim, İskandinav pazarı!

Benim ve pek çok insanın gözünde en beğenilen, bir sonraki adımı en çok merak edilmeye başlanan genç tasarımcılardan birisin. Ama seni henüz İstanbul Fashion Week’de göremedik. İleriki senelerde seni de görebilecek miyiz yoksa katılmamayı mı tercih ediyorsun? Eğer öyleyse neden?

Katılmayı düşünmüyorum. Burada kendimi tanıtmak için defile yapmadım. Ama koleksiyonu iyi de tanıttım, ulaşmak istediğim kitleye ulaştım. Fashion Week’e o kitleden başka kitleler gelecekse ve bunun garantisi varsa, bir dakika düşünmem. Benim için bir moda haftasının amacı “buyer+press”dir. Buradaki moda haftasına ne kadarı geliyor, emin olamıyorum. Diğer moda haftalarından biriyle çakışma olayı belki biraz soruma cevap olabilir ve katılanlardan alınan feedback’ler tabii. Ama sonuna kadar destekliyorum. Yani ben üniversitedeyken böyle bir şeyin hayali bile yoktu. Yapanların eline sağlık. Ama dediğim gibi uluslararası department store’ların buyer’ları geliyor mu? Uluslararası basını buraya çekebiliyor musunuz? Bu sene moda haftası varken benim stüdyoya önemli bir Fransız dergisinden iki editör geldi. Biraz lafladık. Sonra sordum; “Afedersiniz de madem fashion week için geldiniz, niye geziniyorsunuz buralarda?” Soruma cevapları oldukça uzun ve kabul edilirdi. Ellerinde koca bir liste vardı, pek çoğu moda haftasında olmayan tasarımcılardan oluşan bir liste. Bunlarla da ilgilendiklerini, orada göremediklerini ve organizasyona dair sıkıntılarını anlatıyorlardı.



Tasarımcı ve marka işbirliklerine nasıl bakıyorsun? İleride sen de böyle bir şey yapmayı düşünür müsün?

Destekliyorum. Bunun tasarımcılar için çok büyük maddi imkan ve fırsat olduğuna inanıyorum. Az adetlerle, az stokla yapılan ticaretten ne kadar kazanabildiğimizi sanıyorsun? Markalarla yaptıkları işbirlikleri, tasarımcıların kendi markalarında aldıkları nefes bence. Ben çok istiyorum böyle bir şey yapmak. Benim çizgime yakın bir hazır giyim firmasıyla kafa kafaya vermek oldukça keyifli. Ayrıca commercial styling de yapmış biri olarak hem tasarım hem de styling danışmanlığı vermek isterim. Aklımda bir marka var, onlarla havada kalan bir konuşma da var. Ama daha zamanı da var. Yani şu an havada kalsa iyi olur. Zira kendileri gerçekten high level.

Orhan Pamuk yazma ritüelini anlatırken şöyle demiş: En zoru ilk cümle, çok acı veriyor. Ve o ilk cümleyi 50-100 kere yeniden yazdığı olurmuş. Peki senin tasarım ritüelin nasıl gerçekleşiyor? Yeni bir koleksiyonun o “ilk cümlesi”ni ortaya çıkarmak senin için de zor oluyor mu?

Bende ilk cümle kendini ilk stil diyebileceğimiz bir şeye bırakıyor. Aklıma total look şekilde kadının stili düştüyse, gerisi geliyor. İşim görsellerle, tasarımlarımı cümlelere dökmeyi çok sevmiyorum. Ama bu güne kadar hep dökmek zorunda kaldım. Çünkü bu Türkiye’de bir tasarımcıya sorulan ilk soru; “Koleksiyonunuzun hikayesini dinleyebilir miyiz?” Kafası karışık bir insan olduğumdan, beyniyle dili çok senkronize bir insan olamadığımdan, kendimi ifade edeceğim diye kim bilir neler saçmaladım bilemiyorum. Dedim ya benim kendimi ifade biçimim işim, işimse hikaye yazmak değil; giysi tasarlamak, ürün tasarlamak, bir konsept yaratmak. İlk koleksiyon kendi içinde bunu aslında yapıyordu. Ve tamamına bakan içinden isterse kendi hikayesini bulsun. Koleksiyonun ruhunda benim ruhum saklı. Ve birçok kadının aynı şeyleri düşünüp, aynı şeyleri yaşadığını biliyorum. O halde herkesin hikayesi saklı. Benim cümlelerle, şiirlerle bunu anlatmama gerek yok. Bir de mesleğimin styling olmasından ötürü biraz tersten işliyor olabilir süreç bende. Ben önce görselleri düşünüp, bir stil yaratıp kafada, o stili parçalara döküyorum. Yani önce ürünleri tasarlayıp sonra bir bütüne sokmuyorum. O bütünü kafada canlanmazsa, görsellere dökülmezse biraz o Orhan Pamuk acısı bende de olur.



Yaptıkların yapacaklarının ne kadarı Burçe? İlerisi için ne gibi planların var?

İddialı cümlelerin, uzun vadeli planların insanı değilim. Kısa vadede yurt dışını istediğimi söyledim. Uzun vadeli hayaller kurmam. Geleceğe çok fazla tutunmaya çalışınca anı kaybettiğimi hissediyorum. Var olan enerjimi şu an için elimden gelenin en iyisini nasıl yaparım sorusuna yönlendiriyorum. Yaptıklarım daha çok az, yolun da başı. Bekleyip beraber görelim yol beni nereye götürecek.

Bir kadın ne giyerse asla kötü olmaz?

Little black dress!

Yaratıcılıklarına hayran olduğun tasarımcılar?

Maison Martin Margiela, Phoebe Philo,Riccardo Tisci, Jonny Johansson, Raf Simons, Michael Colovos ve Nicole Garrett, Guillaume Henry.


Tasarımcı kimliğini bir yana bıraktığımızda geriye kalan Burçe Bekrek nasıl biri? Tasarım yapmadığında neler yapıyor, nelerden keyif alıyor?

Burçe genelde çalışıyor, son bir senedir tek boş günü Pazar olduğundan, artık nelerden keyif aldığını da pek hatırlamıyor. :) Şaka bir yana gerçekten tek boş günüm Pazar, yani hangi sevdiğime ayırsam bilemediğim bir gün. Burçe yine de işe giderken ve gelirken yolda geçen sürede jazzını dinleyip, kitabını okuyor. En sevdiği şey, sevdikleriyle kalabalık sofralarda şaraplı, sohbetli yemekler. Kuzguncuk ve Arnavutköy’e bayılıyor. Kafası attı mı Üsküdar’dan Çengelköy’e kadar yürüyor. Arada güzel sergi açılışı, event, davet vs. olursa oralara katılıyor. Sergi açılışı dışındakilerde çok durmuyor, zira kafası kaldırmıyor. Geri kalan her şey ve her gün için atölye ve showroom! Paha biçilemez.

Ve son olarak sevdiğin bir kitap, bir şarkı, bir film?

Italo Calvino-Palomar / Billie Holiday-My Melancholy Baby / Breakfast at Tiffany’s

*** Bütün fotoğraflar bu blog için Beste Zeybel tarafından çekilmiştir. Lütfen izinsiz kullanmayınız.

4 yorum:

NİNO dedi ki...

Super bi post olmuş teşeekkürler lizard queen

sevgiler
Nino
http://ninostudio.blogspot.com

fashiononboard dedi ki...

Cok guzel olmus bu roportaj, ellerinize saglik.

P.s. Burce'nin hastasiyiz :)

Fido dedi ki...

Gizem'ciğim ellerine sağlık,yine çok güzel bir tasarımcıyla buluşturdun bizi,biyografi okumaya bayılan biri olarak blogunun 'hikayen ne?'bölümü paha biçilmez ;)
Sevgiler,

The Lizard Queen dedi ki...

begenmenize cok sevindim. :) biz de yaparken cok keyif aldik.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...