14 Haziran 2010 Pazartesi

Hikayen Ne?: Hacer Yeni (Dergici/Yazar)

Ben bir blog sahibiyim. Ama blogger mıyım, onu bilmiyorum. Blogger, blog sahibi olan herkese verilen ortak isim mi? Yoksa blogger'lık takipçi sayısı ve popülerlikle doğru orantılı mı? Ya da artık yazdığın yazılarla, olaylara bakış açınla kendini bir şekilde ispatladığın vakit mi blogger olarak anılmaya hak kazanıyorsun, üzerinde hala düşünmekteyim.

Ama şunu biliyorum; artık neredeyse herkesin bir blog'u var, artık fark edilmek, takip edilmek istiyoruz. Evet, takip edilmek istiyoruz ve takip edenlerimizin sayısına göre değer kazanıyoruz. Gerek Twitter olsun, gerek blog'larımız olsun, gerek diğer sosyal medya ağları olsun; takipçi sayımız arttıkça "bilinir" insanlar haline geliyoruz. Ayrıca söylediklerimiz ciddiye alınsın istiyoruz, önemsensin istiyoruz, sesimiz duyulsun istiyoruz. Kısacası kale alınmak istiyoruz. Hatta kendimizi alternatif basın olarak görüyoruz; çeşitli etkinlerde bu şekilde değerlendirilmek, diğer basın mensupları gibi muamele görmek istiyoruz.

Kale alınıyoruz da, özellikle moda blog'ları son zamanlarda oldukça revaçta. Markalar lansmanları için blogger'lara öncelik tanıyor, İstanbul Fashion Week gibi etkinliklere blogger'lar da bir basın mensubu gibi dahil ediliyor, dergilere ya da gazetelere konu oluyorlar. Hatta "Blog Ödülleri" bile düzenleniyor.

Buraya kadar her şey iyi hoş. Önemseniyoruz, dinleniyoruz, takip ediliyoruz. Bütün dikkatler üzerimizde. Ama bu dikkatlerin üzerimizde olması beraberinde eleştirileri de getirebiliyor. Peki ya eleştirilmeye gelince? O zaman nasıl bir tutum sergiliyoruz? Başkaları bizi büyük bir dikkat ile dinlerken biz başkalarını nasıl dinliyoruz?

Şunu da belirteyim, bu yukarıda yazdıklarım her blog sahibi için geçerli değil tabi. Gerçekten hiçbir iddiası olmadan yapanlar, dijital bir günlük tutar gibi blog yazanlar da var. Bunun yanı sıra blog'unu bundan sonra yapacakları için kapı olarak görenler de var. Hiçbir beklentisi olmaksızın blog tutmaya başlayıp blog'u sayesinde tesadüfen, bilmeden bazı kapıları aralayanlar da var. Ama nedeni ne olursa olsun, hepsinin ortak bir özelliği var: Kişisel olması ve bize düşüncelerimizi özgürce ifade etme imkanı sağlaması.

Evet, aslında blog sahibi olmanın en güzel tarafı bu, yani kişisel olması. Bütün özü, özelliği ve de güzelliği burada saklı. Konuları özgürce belirlediğiniz, kendinizi özgürce ifade edebildiğiniz, tamamen size ait bir alan. Burada daldan dala konabiliyorsunuz. Kimini takdir ediyor, yere göğe sığdıramıyor, kimini de yerden yere vuruyorsunuz. "Özgürce" her türlü düşüncenizi dile getirebiliyorsunuz. Bu nedenle kendimizi "özgürce" ifade ettiğimiz blog'larımıza dair, birinden ya da birilerinden "özgürce" bir yorum geldiğinde, blogger'lar tarafından gösterilen tepkilere bazen şaşırabiliyorum. Ben blog'umda Vogue Türkiye'yi rahatça eleştirebiliyorsam, kalkıp "Karl Lagerfeld iyisin hoşsun ama bu sefer olmamış be canım!" diyebiliyorsam, bu birinin de beni eleştirme hakkına sahip olmasına yol açmıyor mu?

Buraya nasıl geldim? Hacer Yeni'nin Elle Haziran sayısında yazmış olduğu "Nasıl Dergici Olunur?” başlıklı yazısından. Bu yazının varlığını çeşitli sosyal medya ağları sayesinde öğrendim. Sırf bu yazıyı okumak için dergiyi almamış olsaydım eğer, Hacer Yeni'nin blog'ları ağır bombardımana tutmuş olduğunu düşünebilirdim. 3 sayfalık uzun bir yazının sadece bir paragrafı blogger'lık ile ilgili. Yazısında Türkçe'nin düzgün kullanılmadığını, seçilen konuların ya da yazıların çok da orjinal olmadığını dile getiriyor ve şöyle diyor: " Aralarında çok iyi diyebileceğimiz tek bir moda blog'u yok." Bütün moda blog'larının çok kötü, rezalet olduğunu söylemiyor, ama çok iyi olduklarını da düşünmüyor. Kanımca oradaki çok kelimesinin altını çizmek gerekiyor; iyi olabilirsiniz, ama çok iyi değilsiniz. Bence bir blogger olarak kendini, bir blog olarak da kendi blog'unu çok iyi olarak adlandırmak zaten "çok iyi" olmanın felsefesine de aykırı düşüyor.

Hem ayrıca son 1 senedir blog'ların inanılmaz derecede dikkat çekmesi ile o kadar çok ilgileniyorum ki utanmasam oturup üzerine tez yazacağım. Olumlu ya da olumsuz her eleştirel düşünceyi öğrenmek istiyorum. Blogger'lar ile çeşitli markalar arasında yapılan anlaşmalar da çok hoşuma gidiyor, yazarların görüşleri de.

Bu nedenle Hacer Yeni'ye bir mail attım. Blogger'lığı eleştirdiği bir yazı nedeniyle bir blog'a konuk olması kendisine biraz ironik gelebilir ve kabul etmez diye başlarda tereddütlüydüm. Benim bu düşüncemi "Bir şeyi sonsuz bir şekilde eleştirebilirim ama bu ona karşı olduğum anlamına gelmez." diye cevaplayarak blog'un "Hikayen Ne?" bölümüne konuk olmayı kabul etti. Böylelikle beni de oldukça mutlu etti.

Sanılmasın ki blog'culuğa ve blogger'lığa karşı bir tutum içindeyim; sonuçta ben de şu anda okumakta olduğunuz blog'un sahibesiyim. Ancak yine aynı nedenlerden ötürü herkesin düşüncesini de merak etmekteyim.

Bu yazıya katılırsınız ya da katılmazsınız; lakin dikkatli okursanız satır aralarında işe yarar notlar bulacaksınız.


Seninle irtibata geçmemin başlıca nedeni Elle Haziran sayısında blog'culuk ile ilgili yazdığın yazıydı aslında. Ama bu şekilde, yani "Türkiye'deki blog'ları eleştiren" Hacer Yeni olarak anılmak, onlarca yeteneği olduğu halde sırf ünlü birisinin kızı olduğu için babasının ismiyle anılan kişilerin durumuna benziyor. Bu nedenle önce bize biraz hikayenden bahsetsen? Kimdir Hacer Yeni, bize biraz anlatsan?

Blog’ları eleştiren Hacer Yeni şeklinde anıldığımı düşünmüyorum. Öyle bir şey varsa da beni böyle anan yine blog’culardır herhalde. Daha önce yazdıklarımı fark edemedilerse bu onların sorunu. Yanlış gördüğüm ne varsa söylerim ve yazarım. Ben gazeteciyim.

Marmara Üniversitesi, İngiliz Dili Eğitimi mezunuyum. Aynı üniversitede Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler yüksek lisansımı bitirmek üzereyim. Yeditepe Üniversitesi’nde beş yıl İngilizce dersleri verdim. Sonra sıfırdan başlamaya ve yazmaya karar verdim. Hepsi bu.

Moda ile nasıl haşır neşir oldun ve bunu işe dönüştürmen gerektiğine ne zaman karar verdin?

İşe dönüştürmek demeyelim ama moda yazdığı sanrısıyla yaşayanlara baktıkça, çalışırsam kesinlikle yapabilirim, en iyisi olabilirim diye düşündüm.

Bir dergici olarak dergiciliğin geleceği konusunda neler düşünüyorsun? İnternet sence derginin düşmanı mı?

İnternet yazılı medyaya tabii ki köstek olmuştur ama o bunun düşmanı vs. diyemeyiz. Hepsinin yeri ayrı çünkü. Twitter’dan yığınla insan takip ediyorsun ama hiçbir şey insana güzel bir makalenin tadını ve derinliğini vermiyor mesela. İnternetin ya da blog’ların dergiciliğin düşmanı olduğunu düşünmüyorum. Yazımın ardından bazı blog’culardan dergiciler tarafından kıskanıldıklarını düşündüklerini belirten mail’ler aldım. Kendilerini kendi gözlerinde biraz fazla mı büyütüyorlar ne? O zaman dergiciler de blog’cuların onları kıskandıklarını ima etsin. Bir tek “Kutu Kutu Pense” oynamadığımız kalsın.

Moda konusunda Türkiye nasıl bir yerde? Birçok güzel gelişmeler oluyor; Vogue, Türkiye'ye geliyor, moda haftalarımız gerçekleşiyor, birçok yerli stil blog'u ortaya çıkıyor. Ama iş giyinip sokağa çıkmaya gelince ne kadar özgürüz? "Elalem ne der?" düşüncesinden artık kurtulabildik mi?

Moda konusunda çok şey oluyor ama hala en baştayız. Yine de bunu kötü bir şey olarak algılama lütfen. Başlangıçlar her zaman iyidir. Sokaklar ise benim en derin yaram. Bütün derdim onlarla zaten. Kadınların Chanel çanta alacak kadar para kazanabilecekleri, sonra da bunları Karaköy sokaklarında paralayabilecekleri bir ülke istiyorum. Yalnızca partiler için giyinmedikleri, sokaklardan kaçmadıkları bir zamanı bekliyorum. Hayalim bu.

Elle Haziran sayısında blogger'lık ve Türk blog'lar ile ilgili yazdığın yazı özellikle blogger'lar tarafından pek hoş karşılanmadı. Oysaki çok da kötü şeyler yazmamış, sadece düşüncelerini ifade etmiştin. Yanlış anlaşıldığını düşünüyor musun?

Nasıl anlamak isterlerse anlayabilirler. Kimseden mesul değilim, yazdıklarımdan sorumluyum yalnızca. Sonuna kadar da arkasındayım. Onlar için iyi ya da kötü profesyonel bir şeyler yazdım. Sizin için herkes “iyidir, hoştur” derken, bir kişi de çıkıp “iyi değil” diyorsa, “Aman, yalnızca bir kişi.” deyip boşvermeniz ya da “Evet, bu da farklı bir düşünce.” deyip saygı duymanız gerekir oysa. Bunu alıp kendilerine bakacaklarına, değerlendireceklerine dedikodu malzemesi yapmaları onların seçimi. Beni şaşırtmadılar.

Özellikle son 1-2 senedir blogger'lar aşırı önemseniyor. Sence onları bu kadar değerli yapan şey ne? Gelip geçici bir trend mi yoksa alternatif bir meslek mi?

Bazılarının iyi PR’cılarla çalıştıklarını biliyorum, ki bunun yanlış bir şey olduğunu düşünmüyorum. İnternet denen şey her yerde zaten, blog’cuların öne çıkması çok normal. Gelip geçici olmalarını kendileri belirleyecek. Ancak, bazıları dedikodu blog’u yapmalı, onlarda bu ışığı görüyorum. Yeni bir şeyler yaratmaları lazım. Kaç kez Twitter’da yazılarımdan alınmış cümleleri kendi cümleleriymiş gibi yazdıklarına şahit oldum. Bu olmaz.

Hatice Gökçe de bir keresinde blog yazarları ile ilgili olarak, "Blog yazarının kimsenin göremediği bir noktayı görüp, gösteriyor olması gerekiyor. Türkiye’de bu anlamda çok az sayıda blog yazarı olduğunu düşünüyorum.” sözlerini sarf etmişti ve İstanbul Fashion Week gibi etkinliklere davet edilmeleri konusunda biraz daha sert bir tutum sergilediğini dile getirmişti. Peki sen blog yazarlarına böyle önemli etkinliklerde tıpkı bir basın mensubu gibi akreditasyon verilmesi konusunda ne düşünüyorsun? Blogger'lar da basından sayılmalı mı ya da bunun ayrımı nasıl yapılmalı?

Basından sayılmalarında bir yanlış göremiyorum. En son moda haftasında çok hoşuma gitmişti gencecik blog’cuları görmek etrafımda. Yazılı moda basınının bilinen pek çok mensubundan daha heyecan verici olduklarını kabul etmeliyim. Modayla da çok daha alakalı oldukları kesin. Moda yazarı ablaları gibi her gün mavi kot pantolon spor ayakkabı giyip moda hakkında atıp tutmuyorlar da üstelik. Daha ne isterim.

Sence iyi bir blogger olmak için ne gibi niteliklere sahip olmak lazım ? Bir blog'u senin için takip edilir kılan özellikler neler?

Yenilikçi, yaratıcı, kesip yapıştırmayan. Arkadaşlar, blog’cu olmak gidip mağazalarda kıyafet deneyip sırtınızı göstermek, sürekli aynı insanları şakşaklayıp durmak, asla okumadığınızın çok belli olduğu yazarların adını yazılarınızda geçirip onları okumuş gibi yapmak, kutu kutu pense oynamak değil. Yukarıda bahsettiğim hayalime ek olarak bir hayalim daha var: Bir moda blog’cusunun gelip beni kurdele+Virginia Woolf+ porselen üçlüsünden kurtarmasını bekliyorum. Kendisi çok sevdiğim ve kıymetli bir yazar olduğu halde artık çok eskide kalmıştır. Bir yazınızda atıfta bulunabilirsiniz ona. Ama böyle bir zamanda hala idolünüz oysa, kendisi bile üzülürdü buna…

Severek takip ettiğin blog'lar hangileri?

Ne bulursam bakarım. Senin blog’unu takip edeceğim bundan sonra. Dedikodu yapmayıp haberin kaynağına ulaşman iyi bir haberci olduğunun ispatı çünkü.

Modayla haşır neşir olanların muhakak okuması gerek dediğin bir kitap var mı?

Virginia Woolf da dahil, her şeyi okumalılar. Tavsiyem, bu ara Halide Edib’in biyografisi çıktı, onu okusunlar. Onun da porselenleri var. Öylelikle bağlantı kurmaları da daha kolay olur belki!

7 yorum:

STİL SAHİBİ BAYANLAR dedi ki...

yazını bütünüyle okumaya zamanım olmadı ama genel çerçeveyle blog yazarlığının bir kuralı yok o sayfa sizin özel sayfanızdır, istediğinizi yazarsınız. farklı kaygılar, beklentiler içine girerseniz rotanızı o yöne çevirirsiniz. ben bu işi sevdim insanlar çok samimi bir biçimde kendilerinden bişeyler paylaşıyorlar, aşırı beğenilenleri tebrik etmek lazım, öptümm

CMOS dedi ki...

Ben de yeni bir blogger olarak ELLE haziran da Hacer Yeni'nin yazısını okuduktan sonra isteğim kırılmış,ona sinirlenmiştim(oysa ben ELLE den Hacer Yeni'nin sflarını arar bulur ilk onun yazılarını okurum.çok severim yani kendisini)..Ama o yazıdan sonra kendi içimde küstüm ona,kırıldım..Ama senin bu değerli postundan sonra yanıldığımı anladım..Bence o yazı yanlış anlaşılmaya çok açık..yada benim kıtlık zamanıma denk geldi,bilmiyorum..Ama bu post çok açıklayıcı olmuş..teşekkürler:)

http://cmosundnyasi.blogspot.com/

*STYLEBOOM* dedi ki...

Bu yazi uzerine twitterda soyle demistim:"aslinda oyle cok kotu bir sey yazmamis,sadece cok hoyratca iyiyi ve kotuyu ayirmadan ayni sepete sallamis". Kirilmadim ya da ofkelenmedim cunku tipki blogumun benim sahsi alanim olmasi ve istedigimi istedigimce yazma ozgurlugunu bana vermesi gibi, yazarin da kendi sayfasinda diledigini diledigince yazma hakki vardi. Fakat uslubunu saygisiz ve arastirmadan uzak buldum, Türk bloglarinin tumu icin kotu Turkce ve kotu gorselleri olan cici kizlar denirse o zaman bir Turk bloggeri olan STYLEBOOM typolayacak bir asistani olmamasina ragmen guzel Turkcesi, bilingual blogu ve dergilerde olan ama bizde olmayan bir gorsel asistansizliga ragmen photoshopi ya da coreli oturup tek basina cozerek, zaman ve emek harcayarak hazirladigi gayet guzel gorselleriyle buna maalesef sadece gulup gecemez. Belliki bir yigin editor ve bu isi yillar boyu "is"in icinde ogrenmis insanlarin 3 satirla gecistirdigi herhangi bir moda haftasi icin ornegin Styleboom'da kumasti, trenddi, materyaldi, kesimdi, renkti diye ayri ayri ve detayli bir analiz icin harcanan zamana ve emege donup bakilmadan cakilmis, bloggerlar yalnizca lansman ve tanitim duzeyinde degerlendirilmis, yillardir yazan ve artik sendikalasan yabanci blogcularla ancak yabanci ismi sayesinde Turk pazarinda satabilme garantisiyle yayinlanabilen bir dergide hoyratca kiyaslanmis.
Tipki dergicilerin/gazetecilerin kendi iclerindeki kotuyu kendilerinin temizlemesi hem de coktaaan temizlemesi gerektigi gibi, blogcular da kendi iclerindeki kotuyu kendileri ayiklayacak, iyi olanlar daha iyi olacak, iyi olanlar kalacak. Bu anlamda blogcularla ilgili olarak bir paragraf kesinlikle yeterli degil. Oyle ki yorumlara bakinca goruyorumki yazarin ne demek istedigini anlasilabilmesi icin ancak buradaki gibi aydinlatici bir yazi, bir sohbet gerekmis, fakat bence yazarin kendi kalemi onun ne demek istedigini anlatmali, onu dogru anlamamiz icin lizardin bir elci, bir araci olmasi, sorularla cevap alinarak anlasilmasi gerekmemeliydi.

Adsız dedi ki...

Ben bu röportajın bile sert duvarları yıkmaya yönelik bir dille yazıldığını düşünüyorum. Kimse ben en iyiyim şöyleyim böyleyim demiyor. Ben bir bloggerım gazeteci olmak isteyen bunun için çabalayan bunun kapılarını aralamış ancak devamını getirmek için çok çalışan bir blogger. Bence dergiciler, gazeteciler ya da bloggerlar düşman olmak yerine ortak bir nokta bulmalılar. Hepimiz medyanın bir parçasıyız hepimizin yazıları binlerce,belki milyonlarca insana ulaşıyor kendi içimizde kavga edeceğimize yeni bir şeyler yaratmaya çalışmalıyız. Güzel bir söyleşi Lizardcım soruların çok net ve vurucu öperim seni çok çok :)))

ZET Fashion dedi ki...

Ben bu konuda hiçbir yorum yapmamıştım daha önce, birşeyler söylemek istiyorum.

Kendisinin, yurtdışında olduğu gibi moda blogların olmadığı fikrine şöyle katılıyorum; Türkiye de koşullardan dolayı kıyafet açısından hiçbirimiz istediğimiz gibi giyenemiyoruz. Ne düzgün yürüyebileceğimiz kaldırımlar, ne de yeniliklere açık, farklı giyim tarzlarını kabullenen bir millet var... Bu yüzden bizim hayal gücümüzün daha kısıtlı olduğunu düşünüyorum. Fakat yabancı bloggerlar da durum böyle değil. Zaten birçoğu yazdığı yazıdan veya koyduğu bir moda haberinden değil kombinlerinden dolayı izleniyor. Yanlış mıyım?

Ayrıca, 7 ay boyunca moda dergisinde çalışmış biri olarak dergilerin ne kadar titizlikle çalıştıklarını çok iyi biliyorum. Bir blogger, kendi istediği şekilde istediğini yazabiliyor ama dergilerde durum öyle değil... Onlar gerçekten yoğun çalışırken, bloggerın oturduğu yerden internette gördüğü haberi koyup birkaç yorum ekleyip kaale alınması mı acaba hoşlarına gitmiyor diye insanın aklına geliyor. Fakat bence dergiyle moda bloglarını bir tutmasın, ben her ne kadar moda bloglarını çok sıkı takip etsem de benim için her ay sevdiğim dergiyi elime alıp okumanın keyfi bir başkadır. Çoğu kişi için de öyle olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden, dergilerin bloggerlarla birlikte çalışması ve desteklemesinin çok güzel bir durum ki Elle dergisi moda bloggerlarıyla bir çekim yapmıştı ve harika olmuştu.

Birde ben bu okuduklarımdan sonra özellikle, kendimi moda bloggerı olarak adlandırmak istemiyorum çünkü hakkını vererek yapacak kadar zaman bulamıyorum ve kendisinin dediği gibi dil bilgisine önem vermiyorum. Çünkü, tamamen benim için kişisel olarak düşünüyorum, bununla ilgili bir eleştiri geldiği zaman ben istediğimi yazarım, istediğim şekilde yazarım diye tepki vermek normal olmaz mı? Çoğu blogger zaten bir iddia atmıyor ortaya, hepsi kendi içlerinden geldiği gibi bloglarını yürütüyor ve zaten okuyucuların sevdiği şey içten ve kişisel oluşu olduğunu düşünüyorum...
Burda asıl soru; eğer ki bloggerlar, dergiler gibi ciddileşmeye başlarsa o zaman blogun amacı ne olur? Blog olur mu?

Birde unutmadan, Hacer hanım bu linke bakarsa sevinirim.
http://modacadisi.blogspot.com/2008/11/instyle-yazarlar-da-cady-okuyor.html

Sevgiler.

Unknown dedi ki...

Burada bir çok kişi çok güzel konulara değinmiş gerçekten açıkçası post'unu okurken yorum gelip gelmediğini çok merak ediyordum. Burada yorum yapan herkes, Hacer hanım, styleboom,zet,mia,cmos,stil sahibi bayanlar ve daha sonra gelecek diğer yorumlar... burada herkes kendine göre haklı gibi gözüküyor. Bende bir blog yazarıyım. Daha Toy ve tanınmayan bir blog'um olmasına rağmen, bu bahsettiğimiz isimleri yakından takip etmeye çalışıyorum. Ve açıkçası bende kendimce şöyle düşünüyorum;
Zaten Hacer hanımda bahsetmiş, Blog sahibi kimseler blog'unu ünlü olsun, çok takipçisi olsun, her yere davet edileyim, özel olayım diye hazırlamamıştır diye düşünüyorum. Ben Blog'un kişiye özel bir şey olduğunu ve yazım yanlışlarının ve ya anlatım bozukluklarının takipçileri tarafından değerlendirilip ona göre kararların alınacağını düşünüyorum, takip edip etmemek konusunda. Örneğin ben kendi blog'umu tamamen moda konusuna çok yakın olmadığımdan, ve bu işle ilgilenmeyi seçmiş olduğumdan dolayı; araştırıp öğrenmek ve olursa da takipçilerim ile paylaşmayı düşünerek açmıştım. Ve daha sadece bir üniversite öğrencisiyim, gazeteci değil. Yani yazım yanlışlarım olabilir, anlatım bozuklukları da yapabilirim. Bunun birçok takipçi tarafından çokta önemseneceğini düşünmüyorum, çünkü çoğu kişi her an elinin altında merak ettiği konu hakkında tercih ettiği blog da, yeni bir haber bulmak istiyor haberleri aldıktan sonra bu bozuklukları alttan alacaklarını düşünüyorum. Aynı zamanda İFW gibi özel organizasyonlara blogger diye tabir ettiğimiz kişilerin çağırılması çok hoş bir ayrıcalık bence. Bu yeni bir akım ve ilgili kişiler tarafından, bu olay konusunda ellerinden geldiğince yeni kapılar açmaya çalışıyorlar ve bunun da garipsenecek bir şey olduğunu düşünmüyorum. Hacer hanımda bizzat bu düşünceye katılmış zaten. Ama nedense anlaşılmayan bir şey vardı ortada, bu postla bize bunu açıkça izah etmiş oldun tekrar teşekkürlerimi sunuyorum, Lizard. :)
Sevgilerimle;
Pembe-askı

mgntwmn dedi ki...

Hacer Hanım'ın yazısını okumadım. okumayı da düşünmüyorum. kimsenin bir diğerini çok fazla ciddiye almaması lazım bu mecrada. ama bu moda bloggerlarının yeterince özeni göstermedikleri anlamına da gelmiyor tabii. çok uzun yorumlar olduğu içn hepsini okuyamadım ama Styleboom yazmış işte emeklerini. beğenirsen bakıyorsun, hoşlanmazsan bakmıyorsun. ben bir moda blogu oluşturup hergün sadece pazardan aldıklarımı giyip çeksem bu da moda blogu, yeni çıkan ne varsa takip etsem ve duyursam copy paste yapsam fotoşop öğrensem bu da moda blogu. aslında güzel olan buradaki özgürlük ve samimiyet. en başta kimse çok ciddiye almasın bu mecrada bir diğerini dedim. alırsak da virgülüne noktasına bakmadan yorum yapabiliyor olacak kadar samimi bir alan burası. yukarıdaki röp.ünden geç yaşta dergiciliğe başladığını anlıyoruz. buna rağmen "nasıl dergici olunur" başlıklı bir yazı yazacak kadar dergiciliği öğrendiyse, bazı moda bloggerları da benzer bir zaman diliminde iyi moda bloggerı olmayı başarmış ya da başaracaklardır.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...