24 Mayıs 2010 Pazartesi

Hikayen Ne?: Barış Çakmakçı (Editör)

Vogue Türkiye Haziran sayısının çıkmasına şurada birkaç gün kala, yani bir derginin en yoğun ve en hararetli oldu zamanda, gittim Barış Çakmakçı’ya sorularımla.

Hepimiz Vogue Türkiye denince ister istemez ilk olarak Ece Sükan’ı ya da Seda Domaniç’i getiriyoruz akla. Oysa Vogue gibi bir markanın, evet dergiden de ziyade bir markanın sitesinin editörü Barış Çakmakçı. Birçoğumuz belki de kendisini bu siteyi yakın markaja aldığı sırada tanıdı. Le Cool’un sıkı takipçilerinden biri olan ben ise orada yazdığı yazılarla ismine aşikardım ama altından bu kadar çok yönlü bir insanın çıkacağını inanın tahmin etmiyordum. O kadar ki soru sorarken bile gerçekten zorlandım. Bugüne kadar yaptığı ve şu anda yapmakta olduğu her bir iş ayrı bir söyleşi konusu, oturup üzerine saatlerce konuşulası çünkü. Sosyoloji üzerine sanat tasarım yüksek lisansı, reklam, organizasyon sektörü derken Elle Deco, Instyle Home gibi dergilerde tasarım, viski markası Jameson’ın blog’unda sinema yazıları ve dahası…

Hadi okuyun da öğrenin bakalım, neymiş bu dahası…


Barış Çakmakçı'yı biz en çok Vogue ile tanıdık ve sanırsam bu bizim ayıbımız. Oysaki sen bundan çok çok fazlasısın. Bize biraz hikayenden bahsetsen? Ne üzerine eğitim aldın, şimdiye kadar neler yaptın?

Yok canım neden ayıp olsun. Annesinin bi’ tanesiyim ben, kardeşim yok. Bu yüzden de İstanbullu olmanın tüm nimetlerinden faydalandım çocukluğumda. Haliyle İstanbul benim için vazgeçilmez bir tutku oldu.

Cağaloğlu Anadolu’da Almanca eğitim aldım. Ardından Mimar Sinan Ünv. Sosyoloji Bölümü’nden mezun oldum. Bu da estetiğe ve hayata dokunduğu sürece her konuya ilgi duymama neden oldu. Seyahat, sinema, müzik, tasarım, kitap, yemek, moda… Şanslıyım ki paramı da böyle kazanıyorum.

Çalışma hayatıma aslında öğrenciyken İngilizce-Almanca rehberlikle başladım. Ardından 1998’de bir internet portalinde stajyer muhabirlik, derken elektronik ticaret sitesinde içerik geliştirme editörü, bir döneme damgasını vuran Urban Bug’da halkla ilişkiler ve organizasyon, çizgi altı işler yapan bir reklam ajansında metin yazarlığı derken kendimi dergilerde buldum. Voyager, Kitap, Livingetc, Elle Décor, InStyle Home, derken Vogue. Hürriyet Look ve Radikal Tasarım gazetelerinde yazdım uzun bir süre.

Şimdi ben duydum ki bitirme tezinin konusu da "kitle iletişim teknolojilerinin beden ve arzular üzerindeki denetleyici etkileri" imiş. Oldukça da ilgimi çekti. Ne gibi denetleyici etkileri var mesela?

Bunları hadi deyince sıralamak çok zor. Ama işte bilinen tabiriyle, “Big brother is watching you!”

Vogue Türkiye'nin olması sence neden önemli ve moda sektörüne ne gibi katkılar sağlayacak?

Vogue güçlü bir marka. Türk dergiciliğinde son iki üç senedir yaşanan stresli zamanların ardından gerçekten profesyonel bir duruşu var. Hem sektöre hem okuyucuya ilham veren dergiler daha fazla olmalı. Türkiye’de moda adına da sağlam adımlar atılırken olması gereken bir adımdı. Fashion Week’ler, genç tasarımcılar, pop-up mağazalar ve yurtdışından isimler.

Vogue'un yani sıra faal olarak başka hangi işlerle uğraşıyorsun ?

Le Cool’da iki senedir şehirle ilgili yazıyorum. TRT Türk’te Bi’ Dünya Tasarım programında içerik danışmanlığı veriyorum. Hayatafarklıbakanlar.com’da populer kültür ve sinemayı harmanlayan post’larım oluyor. Geçmişte birkaç tane kitap editörlüğüm oldu. Yine bir kitap projesi var. Bunlar maddi beklentim olmayan, tamamen keyfi işler.

İnternet artık inanılmaz bir güç ve bu yolla bir çok insan tanınır hale geldi. Bunların başını hiç şüphesiz ki blogger'lar çekiyor. Son dönemde blogger'ların özellikle moda hakkında söyleyecek çok şeyi olması ve söylediklerinin de bu denli önemsenmesi oldukça tartışılıyor. Sen bu konu hakkında ne düşünüyorsun?

People dergisinin yayın yönetmeni Olivier Zahm geçtiğimiz günlerde bir röportajında “90’lı yıllarda ne kadar geride durursan o kadar cool sayılırdın. Şimdi ne kadar kendini anlatırsan o kadar cool’sun.” dedi. Hepimizin farklı kimlikleri, farklı account’ları var. Kişiselleştirme çağındayız. Dolayısıyla da öznel görüşler önemli. Ama ben tavrımı yayıncılıktan yana koyuyorum. Okuyucuya dokunmayan bir haber, haber değildir. Henüz sap ve saman bir arada. Ama çok parlak isimler de var takibimde. İpin ucunu kaçıranın silinmesi kuvvetle muhtemel.


Artık her şeyin "-e" halindeyiz. E-posta, e-bankacılık, e-alışveriş ve pek tabi e-yayıncılık. Pek çok e-dergi, haber sitesi ve bir yandan da blog'lar sayesinde medyanın çehresi değişti. Dijital medyanın bu kadar içinde olan birisi olarak ve her şeyin de bu kadar hızlı geliştiği düşünülecek olursa bir 10 yıl içinde sence dijital medya nerede olacak? Alıp okuduğumuz, hatta sakladığımız dergi ve gazetelerin pabucu dama mı atılacak? Her şey "-e" mi olacak?

Olacak. Ama derginin ya da gazetenin kokusu, hazzı başka. Silinip gideceğini düşünmüyorum. İkisinin de dinamizmi farklı. Dolayısıyla dergiler de kendine yeni açılımlar yaratacaktır. Yine de halen aşılması gereken daha önemli sorunlar var. Youtube, Geocities, Last.fm, Dailymotion gibi siteler sansürle cebelleşiyor. Dergiler kapanıyor. Üzücü.

Sinema yazıları da yazan biri olarak sevdiğin filmleri sormamak olmaz. Ee tabi bir de kitap?

Film izlemeyi seviyorum. Yazdığım yazılarda ya da yaptığım çıkarımlarda filmlerden referanslar vermeyi de. Arşivim kalabalık, saymam zor. Ama en son dün gece Vavien’i sonra da Houseboat’u izledim.

Son dönemde de 1800’lerin Türkiye'sine dair kitaplar okumaya taktım. İzmir’in Büyücüleri, Camondo ailesinin hikayesi ve şimdi de Zarifiler.

Barış Çakmakçı İstanbul'da nerelerde karşımıza çıkabilir peki?

Doğma büyüme Anadolu yakasının çocuğu olduğum için anneme geçerken vapurda. Nişantaşı’ndan Taksim’e asla araç kullanmam, yürürken çıkabilirim. Galata’da eve giderken, Maslak’ta işe giderken, gecenin bir saati İstiklal’de yemek yerken, Boğaz’da bir davette ya da Ada'da arkadaşlarla. Gecenin bir saati internette. Ayda bir kere mutlaka Atatürk Havalimanı’nda. Sıklıkla da Samatya’da, Cankurtaran’da, Yeşilköy’de, Tarabya’da, Balat’ta fotoğraf çekerken. Dediğim gibi, İstanbul’da tecrübe edilecek o kadar çok şey var ki. Zaman az. İstanbul’u değerlendirmek lazım.

Var mı yeni planlar, projeler? Yoksa "daha ne olsun" mu?

Hayatta heyecanı da kaybedersek neyimiz kalır?

Son olarak bir Twitter mesajı alalım senden, 140 karakter olmak kaydıyla buraya ne istiyorsan yaz.

RT @YiğitÖzgür “Özel hayatımla değil, yaptığım işlerle anırmak istiyorum.”

3 yorum:

Deli Aşına Kendi Gönenirmiş dedi ki...

le parfait!
vogue türkiye ve voguemag.com'u seviyoruz!

*STYLEBOOM* dedi ki...

VOGUE Turkiye'de ucundan kiyisindan bile emegi olan herkese tesekkur ediyorum, Baris da tabii buna dahil:))

Hikayesi de cok guzel, ilham verici.

Veeee sosyal medya, internet, bilgisayarlar ne kadar gelisirse gelissin, ne kadar hizlanirsa hizlansin, onlari ne kadar seversem seveyim, bence de bir kitabı y ada dergiyi kagidin kokusunu ceke ceke okumak gibisi yok:))

canDirekli dedi ki...

hikaye harika, ilham verici :)

hem de boom un dediiği gibi Vogue da emeği olan herkes baş tacıdır :)

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...