Kişisel hayatınızdaki yoğunluk, yaşadıklarınız, önceliklerinizin değişmesi vb. nedenler blog'unuzu sekteye uğratabiliyor ve blog, sanılanın aksine, göründüğünden çok daha fazla zaman, emek ve özveri istiyor.
Blog yazmak da şöyle bir şey: Yazmaya bir süre ara verip blog'unu ihmal ettin mi, bir daha içinden bir şeyler karalamak gelmiyor; soğuyorsun. Ama başladın mı da bırakmak istemiyor, hatta ihmal ettiğin için kendine kızıyorsun. Tıpkı özlediğini ancak görüştüğünde anladığın bazı insanlar gibi. Gidinceye kadar üşendiğin, hatta gitmemek için onlarca bahane bulduğun, ama çıktıktan sonra sana kendini çok mutlu hissettiren spor gibi.
İşte bu hissiyat içinde, gereğinden fazla ihmal ettiğim blog'uma yeniden yazmaya başladım. Bundan yaklaşık 5-6 ay önce Matchbox Vintage'ın sahiplerinden biri olan Saba Küseyrioğlu ile 'Hikayen Ne?" bölümü için bir söyleşi yapmıştık. Çok sevdiğim Beste Zeybel ve Ilgın Utin ile de bir araya gelerek, Matchbox ürünlerini kullandığımız bir fotoğraf çekimi gerçekleştirmiştik; lakin benim ihmalkarlığım nedeniyle ancak şimdi görücüye çıkıyorlar.
Matchbox; iki vintage tutkunu kardeşin, yani Verda ve Saba Kuseyrioğlu'nun Cihangir'deki butiğinin adı. İki ay önce bir yaşına giren bu butikte iki kız kardeşin özellikle Londra'dan getirdiği vintage elbiseleri, pantolonları, kulaklıkları, çanta ve diğer aksesuarları bulmak mümkün.
Neyse ben daha fazla konuşmayayım, gerisini Saba ve fotoğraflar anlatsın.
Fotolar: Beste Zeybel, Model: Ilgın Utin, Styling: Gizem Dalyan
*11 adlı mekanında çekim yapmamıza izin veren Dano Alexander'a teşekkürler.
Bize kendinden kısaca bahseder misin Saba?
2005 yılında Bilgi Üniversitesi İşletme Bölümü'nden mezun olduktan sonra, yıllardır arzuladığım moda eğitimini almak için Londra'ya gittim. Instituto Marangoni'de Fashion Brand Management Master'ı yaptım. İstanbul'a dönünce Harvey Nichols'da 'assistant buyer' olarak çalışmaya başladım. Fakat kurumsal hayatın pek de bana göre olmadığını fark ettim. Kısa bir süre sonra styling calışmalarıma başladım. Bu yaratıcı dünya benim için daha cazip görünüyordu. Fakat içimdeki butik açma isteği de dur durak bilmiyordu. Ben de bu fikri artık gerçeğe dönüştürmenin zamanı geldi dedim. Şimdi ise vintage butiğimiz Matchbox var.
Moda sektöründe çalışman gerektiğine nasıl karar verdin? Çeşitli dergilere styling yapmaya nasıl başladın?
Modaya küçüklüğümden beri ilgi duymuşumdur. Çok ufakken annemin kıyafetlerini giyerek başladım modayla ilgilenmeye. Üniversite eğitimim boyunca her zaman aklımda ileride modayla ilgili bir şeyler yapmak vardı. Londra'ya moda eğitimi için gittiğimde, okulumun ve Londra'nın havasının da etkisiyle kendimi bu ruhla daha da bütünleşmiş buldum. Aslında benimkisi bir karar değildi. Sanki olması gereken bir şey zaman içinde gelişiyordu. Hiçbir şeyi öyle tek tek planlamadım. Sadece isteklerimi ve içimden gelenleri zamanla gerçekleştirmemle oluverdi her şey. Dediğim gibi kurumsal hayatın pek de bana göre olmadığını fark etmem çok uzun sürmedi. Yaratıcı bir şeylerin arayışı içindeyken dergilerle tanıştım. Dergilerde moda çekimleri ve bazı markaların kampanyaları olmak üzere farklı yönlerde styling çalışmalarım oldu. Kendimin atılımı ile yeni insan ve mecralarla tanıştım, bu bağlantılar da yeni işler doğurdu.
Matchbox için kıyafetleri nerelerden topluyorsunuz? Butiğe uygun olabilecek kıyafetleri neye göre seçiyorsunuz?
Verda ile sık sık yurtdışına seyahatlerimiz oluyor. Berlin, Londra en cok uğradığımız yerler. Kıyafetleri seçerken; belli bir dönemi yansıtmasına, temiz olmasına, beden ve model olarak giyilebilir olmasına çok dikkat ediyoruz. insanlar her ne kadar geçmişe özlem duysalar da, aynı zamanda bu yoğun yaşam temposu içinde rahat kullanabilecekleri kıyafetleri, trendlerle kombinleyebilecekleri cinsten parçaları giymek istiyorlar. Biz de dönemlere sadık kalarak, kullanımı insanları çeken ve zorlamayan kıyafetler seçmeye dikkat ediyoruz. Tabii özel günler için ve kiralama amaçlı daha kostümvari parçalarımız da var.
Vintage kelimesi artık herkesin dilinde olsa da coğu zaman doğru kullanılmıyor sanki. Nedir vintage? Eski olan her şey vintage mıdır?
Evet, maalesef böyle bir karışıklıktır gidiyor. Eski olan her şey vintage değildir. Her kullanılmış kıyafet de vintage değildir. Vintage olabilmesi için belli bir dönemin özelliklerini taşıyor olması, özel olması gerekir. Örneğin 1950'li yıllara ait Christian Dior'un New Look'undaki kloş etekler, vintage kıyafetlere güzel bir örnektir. Bize de "İkinci el mi satıyorsunuz?" gibi sorular geliyor. İkinci elle vintage birbirinden çok farklı şeyler. İkinci el kıyafetlerin bir geçmişi, ruhu, tasarımı ve özelliği olması gerekmiyor. Belli bir zaman dilimini geçmiş olması da gerekmiyor. High Street markalardan alınmış, bir sezon boyu kullanılmış bir ürünün satışı ikinci el bir satıştır. Bu tarz ürünlerin vintage parçalar ile karıştırılması yanlış anlamalara neden oluyor maalesef.
İlk sahip olduğun vintage parçayı hatırlıyor musun?
Evet, annemin ben ufakken bana hediye ettiği kuğu şeklindeki bir broş. Anneannemden kaldığını söylemişti. Ama o zamanlar vintage nedir bilmiyordum doğru dürüst. Sadece kuğuyu çok sevmiştim. Şimdi ise anlamı benim için çok büyük.
En çok hangi dönemin giyim tarzı sana çekici geliyor?
Ben 1970'leri çok seviyorum. Özel tasarımların özgür bir ruhla buluştuğunu düşünüyorum. Sadece kıyafetler de değil; saçlarıyla, makyajlarıyla ve diğer detaylarıyla bu dönemin kadınları bence çok güçlü duruyorlar. 70'lerde insan bedeniyle kıyafetler arasında bir bütünlük var. Sanki parçalar resimle tamamlanmış gibi. Çiçek deseni, kürkler, yüksek beller, dolgu topuklar ve 70'lerin asi punk ruhu beni mutlu ediyor.
Butik için kıyafet toplamak amacıyla belli ki çok geziyorsun. Peki en çok hangi şehrin kültürünü, modasını, yaşayış tarzını seviyorsun?
Evet, Verda ile sık sık Londra'ya gidiyoruz. Londra benim için çok özel. Bu şehrin ruhu bambaşka. İnsanlar gerçekten giyinmeyi biliyor ve seviyorlar. Sokak ruhu denen şey burada kendisini fazlasıyla belli ediyor. Modayı sokağın ruhu yaratıyor diyebiliriz. Vintage bakımından da insanlar çok cesur burada. Yeniyi eskiyle birleştirmeyi, kendi tarzlarını yaratmayı çok iyi biliyorlar. Bizde insanların hala tekdüzelikten tam olarak kurtulamamış olması üzücü. Ama yavaş yavaş kırılmaların olduğunu görmek insanı heyecanlandırıyor. Ayrıca Londra yaşayış tarzıyla da bambaşka. Hani derler ya havası yaramaz, hep soğuk, yağmurlu diye. Beni hiçbir zaman rahatsız etmemiştir Londra havası. Şehirdeki o koşuşturmaca, buğulu, gizemli hava ve insanların eşsiz tarzı bir araya gelince muhteşem bir bütünlük çıkıyor ortaya.
Bu aralar hangi şarkıları dinliyorsun?
Geçmişe karşı hep bir hayranlığım olduğu için eski klasiklerden olan Beatles, The Rolling Stones , John Lennon gibi isimlerden hiçbir zaman vazgeçemiyorum. Tabii çok severek dinlediğim, çoğunluğu indie rock tarzı olan gruplar da var. Vampire Weekend, Interpol, Beirut, The Killers, Arcade Fire, Peter Bjorn and John bunlardan birkaçı.
Modadan arta kalan zamanlarında neler yapıyorsun?
Aslında modayı bir iş olarak görmüyorum. O yüzden zamanımı dilimlere ayırarak yaşamıyorum. İşim ile hobim bir diyebilirim. Matchbox bizim için çok özel, o bizim göz bebeğimiz. Zamanla büyümesini izliyoruz. Bu nedenle butik bize yorucu gelmiyor. Kendimi, özellikle vintage konusunda, hep geliştirmeye çalışıyorum. Eski dönemleri araştırıyor, gittiğimiz gezilerde o ülkenin ruhunu, modasını, vintage butiklerini gözlemliyorum. Bunların hepsi hayatımın bir parçası; hiçbirini bir görev olarak görmüyorum. Modayla ilgili çoğu etkinlik ve aktiviteye katılmaya çalışıyorum. İstanbul moda konusunda hızlı bir ilerleyiş içinde. Yeni açılan butikleri keşfetmek, yeni tasarımcıları takip etmek ve tüm bu gelişmelerin bir parçası olabilmek çok keyifli. Bunun dışında yeni açılan galerileri ve buralardaki sergileri gezmeyi çok seviyorum. İstanbul'da sürekli olarak sanatsal ve kültürel etkinlikler oluyor. Bunların takibi çok keyifli. Müzik de benim için çok önemli. Artık sık sık yeni yabancı gruplar sahne alıyor. Bu etkinlikleri kaçırmamaya çalışıyorum. Evde olduğum zamanlarda ise film seyrediyorum, bağımsız filmleri seviyorum.
*** Bütün fotoğraflar bu blog için Beste Zeybel tarafından çekilmiştir, kendisinin izni olmadan kullanılamaz.
Blog yazmak da şöyle bir şey: Yazmaya bir süre ara verip blog'unu ihmal ettin mi, bir daha içinden bir şeyler karalamak gelmiyor; soğuyorsun. Ama başladın mı da bırakmak istemiyor, hatta ihmal ettiğin için kendine kızıyorsun. Tıpkı özlediğini ancak görüştüğünde anladığın bazı insanlar gibi. Gidinceye kadar üşendiğin, hatta gitmemek için onlarca bahane bulduğun, ama çıktıktan sonra sana kendini çok mutlu hissettiren spor gibi.
İşte bu hissiyat içinde, gereğinden fazla ihmal ettiğim blog'uma yeniden yazmaya başladım. Bundan yaklaşık 5-6 ay önce Matchbox Vintage'ın sahiplerinden biri olan Saba Küseyrioğlu ile 'Hikayen Ne?" bölümü için bir söyleşi yapmıştık. Çok sevdiğim Beste Zeybel ve Ilgın Utin ile de bir araya gelerek, Matchbox ürünlerini kullandığımız bir fotoğraf çekimi gerçekleştirmiştik; lakin benim ihmalkarlığım nedeniyle ancak şimdi görücüye çıkıyorlar.
Matchbox; iki vintage tutkunu kardeşin, yani Verda ve Saba Kuseyrioğlu'nun Cihangir'deki butiğinin adı. İki ay önce bir yaşına giren bu butikte iki kız kardeşin özellikle Londra'dan getirdiği vintage elbiseleri, pantolonları, kulaklıkları, çanta ve diğer aksesuarları bulmak mümkün.
Neyse ben daha fazla konuşmayayım, gerisini Saba ve fotoğraflar anlatsın.
Fotolar: Beste Zeybel, Model: Ilgın Utin, Styling: Gizem Dalyan
*11 adlı mekanında çekim yapmamıza izin veren Dano Alexander'a teşekkürler.
Verda ve Saba
Bize kendinden kısaca bahseder misin Saba?
2005 yılında Bilgi Üniversitesi İşletme Bölümü'nden mezun olduktan sonra, yıllardır arzuladığım moda eğitimini almak için Londra'ya gittim. Instituto Marangoni'de Fashion Brand Management Master'ı yaptım. İstanbul'a dönünce Harvey Nichols'da 'assistant buyer' olarak çalışmaya başladım. Fakat kurumsal hayatın pek de bana göre olmadığını fark ettim. Kısa bir süre sonra styling calışmalarıma başladım. Bu yaratıcı dünya benim için daha cazip görünüyordu. Fakat içimdeki butik açma isteği de dur durak bilmiyordu. Ben de bu fikri artık gerçeğe dönüştürmenin zamanı geldi dedim. Şimdi ise vintage butiğimiz Matchbox var.
Moda sektöründe çalışman gerektiğine nasıl karar verdin? Çeşitli dergilere styling yapmaya nasıl başladın?
Modaya küçüklüğümden beri ilgi duymuşumdur. Çok ufakken annemin kıyafetlerini giyerek başladım modayla ilgilenmeye. Üniversite eğitimim boyunca her zaman aklımda ileride modayla ilgili bir şeyler yapmak vardı. Londra'ya moda eğitimi için gittiğimde, okulumun ve Londra'nın havasının da etkisiyle kendimi bu ruhla daha da bütünleşmiş buldum. Aslında benimkisi bir karar değildi. Sanki olması gereken bir şey zaman içinde gelişiyordu. Hiçbir şeyi öyle tek tek planlamadım. Sadece isteklerimi ve içimden gelenleri zamanla gerçekleştirmemle oluverdi her şey. Dediğim gibi kurumsal hayatın pek de bana göre olmadığını fark etmem çok uzun sürmedi. Yaratıcı bir şeylerin arayışı içindeyken dergilerle tanıştım. Dergilerde moda çekimleri ve bazı markaların kampanyaları olmak üzere farklı yönlerde styling çalışmalarım oldu. Kendimin atılımı ile yeni insan ve mecralarla tanıştım, bu bağlantılar da yeni işler doğurdu.
Peki kendi vintage butiğini açma fikri nasıl ortaya çıktı? Vintage sevgisi aileden gelen bir şey mi?
Londra'da yaşadığım süre zarfında bu fikir aklımın bir köşesine yerleşti sanırım. Okulum en güzel vintage butiklerinin olduğu Bricklane'deydi. Her gün okul çıkışı gidip bu butikleri geziyor, fırsatım oldukça kendime buralardan vintage parçalar ediniyordum. Her seferinde de sanki için için ileride açılacak butiğin hayallerini kuruyordum. İstanbul'a dönüşümün hemen akabinde gerçekleşmedi tabii bu proje. Ama özellikle styling alanındaki çalışmalarımın beni daha da beslediğini düşünüyorum. Sanırım doğru zamanın gelmesi gerekiyordu. Kız kardeşim Verda da uzun yıllardır reklam sektöründe çalışmaktaydı. Kendisi de artık yaratıcılığını özel işine aktarmak ve bunu insanlarla paylaşmak istiyordu. Butik fikri de çok cazipti. Beraber bu butiği açmaya karar verdik. Biz Verda ile geçmişi ve ruhu olan kıyafetleri çok seviyoruz. Dolayısıyla vintage bizim için çok özel bir şey. Annelerimiz, anneannelerimiz belki de hiçbir zaman bu kadar değerli olacağını bilmedikleri o güzelim elbiseleri yaşattılar zamanında. Şimdi ise bayrağı biz devraldık ve bu ruhu Matchbox'ta yaşatıyoruz.
Matchbox için kıyafetleri nerelerden topluyorsunuz? Butiğe uygun olabilecek kıyafetleri neye göre seçiyorsunuz?
Verda ile sık sık yurtdışına seyahatlerimiz oluyor. Berlin, Londra en cok uğradığımız yerler. Kıyafetleri seçerken; belli bir dönemi yansıtmasına, temiz olmasına, beden ve model olarak giyilebilir olmasına çok dikkat ediyoruz. insanlar her ne kadar geçmişe özlem duysalar da, aynı zamanda bu yoğun yaşam temposu içinde rahat kullanabilecekleri kıyafetleri, trendlerle kombinleyebilecekleri cinsten parçaları giymek istiyorlar. Biz de dönemlere sadık kalarak, kullanımı insanları çeken ve zorlamayan kıyafetler seçmeye dikkat ediyoruz. Tabii özel günler için ve kiralama amaçlı daha kostümvari parçalarımız da var.
Vintage kelimesi artık herkesin dilinde olsa da coğu zaman doğru kullanılmıyor sanki. Nedir vintage? Eski olan her şey vintage mıdır?
Evet, maalesef böyle bir karışıklıktır gidiyor. Eski olan her şey vintage değildir. Her kullanılmış kıyafet de vintage değildir. Vintage olabilmesi için belli bir dönemin özelliklerini taşıyor olması, özel olması gerekir. Örneğin 1950'li yıllara ait Christian Dior'un New Look'undaki kloş etekler, vintage kıyafetlere güzel bir örnektir. Bize de "İkinci el mi satıyorsunuz?" gibi sorular geliyor. İkinci elle vintage birbirinden çok farklı şeyler. İkinci el kıyafetlerin bir geçmişi, ruhu, tasarımı ve özelliği olması gerekmiyor. Belli bir zaman dilimini geçmiş olması da gerekmiyor. High Street markalardan alınmış, bir sezon boyu kullanılmış bir ürünün satışı ikinci el bir satıştır. Bu tarz ürünlerin vintage parçalar ile karıştırılması yanlış anlamalara neden oluyor maalesef.
İlk sahip olduğun vintage parçayı hatırlıyor musun?
Evet, annemin ben ufakken bana hediye ettiği kuğu şeklindeki bir broş. Anneannemden kaldığını söylemişti. Ama o zamanlar vintage nedir bilmiyordum doğru dürüst. Sadece kuğuyu çok sevmiştim. Şimdi ise anlamı benim için çok büyük.
En çok hangi dönemin giyim tarzı sana çekici geliyor?
Ben 1970'leri çok seviyorum. Özel tasarımların özgür bir ruhla buluştuğunu düşünüyorum. Sadece kıyafetler de değil; saçlarıyla, makyajlarıyla ve diğer detaylarıyla bu dönemin kadınları bence çok güçlü duruyorlar. 70'lerde insan bedeniyle kıyafetler arasında bir bütünlük var. Sanki parçalar resimle tamamlanmış gibi. Çiçek deseni, kürkler, yüksek beller, dolgu topuklar ve 70'lerin asi punk ruhu beni mutlu ediyor.
Butik için kıyafet toplamak amacıyla belli ki çok geziyorsun. Peki en çok hangi şehrin kültürünü, modasını, yaşayış tarzını seviyorsun?
Evet, Verda ile sık sık Londra'ya gidiyoruz. Londra benim için çok özel. Bu şehrin ruhu bambaşka. İnsanlar gerçekten giyinmeyi biliyor ve seviyorlar. Sokak ruhu denen şey burada kendisini fazlasıyla belli ediyor. Modayı sokağın ruhu yaratıyor diyebiliriz. Vintage bakımından da insanlar çok cesur burada. Yeniyi eskiyle birleştirmeyi, kendi tarzlarını yaratmayı çok iyi biliyorlar. Bizde insanların hala tekdüzelikten tam olarak kurtulamamış olması üzücü. Ama yavaş yavaş kırılmaların olduğunu görmek insanı heyecanlandırıyor. Ayrıca Londra yaşayış tarzıyla da bambaşka. Hani derler ya havası yaramaz, hep soğuk, yağmurlu diye. Beni hiçbir zaman rahatsız etmemiştir Londra havası. Şehirdeki o koşuşturmaca, buğulu, gizemli hava ve insanların eşsiz tarzı bir araya gelince muhteşem bir bütünlük çıkıyor ortaya.
Bu aralar hangi şarkıları dinliyorsun?
Geçmişe karşı hep bir hayranlığım olduğu için eski klasiklerden olan Beatles, The Rolling Stones , John Lennon gibi isimlerden hiçbir zaman vazgeçemiyorum. Tabii çok severek dinlediğim, çoğunluğu indie rock tarzı olan gruplar da var. Vampire Weekend, Interpol, Beirut, The Killers, Arcade Fire, Peter Bjorn and John bunlardan birkaçı.
Modadan arta kalan zamanlarında neler yapıyorsun?
Aslında modayı bir iş olarak görmüyorum. O yüzden zamanımı dilimlere ayırarak yaşamıyorum. İşim ile hobim bir diyebilirim. Matchbox bizim için çok özel, o bizim göz bebeğimiz. Zamanla büyümesini izliyoruz. Bu nedenle butik bize yorucu gelmiyor. Kendimi, özellikle vintage konusunda, hep geliştirmeye çalışıyorum. Eski dönemleri araştırıyor, gittiğimiz gezilerde o ülkenin ruhunu, modasını, vintage butiklerini gözlemliyorum. Bunların hepsi hayatımın bir parçası; hiçbirini bir görev olarak görmüyorum. Modayla ilgili çoğu etkinlik ve aktiviteye katılmaya çalışıyorum. İstanbul moda konusunda hızlı bir ilerleyiş içinde. Yeni açılan butikleri keşfetmek, yeni tasarımcıları takip etmek ve tüm bu gelişmelerin bir parçası olabilmek çok keyifli. Bunun dışında yeni açılan galerileri ve buralardaki sergileri gezmeyi çok seviyorum. İstanbul'da sürekli olarak sanatsal ve kültürel etkinlikler oluyor. Bunların takibi çok keyifli. Müzik de benim için çok önemli. Artık sık sık yeni yabancı gruplar sahne alıyor. Bu etkinlikleri kaçırmamaya çalışıyorum. Evde olduğum zamanlarda ise film seyrediyorum, bağımsız filmleri seviyorum.
*** Bütün fotoğraflar bu blog için Beste Zeybel tarafından çekilmiştir, kendisinin izni olmadan kullanılamaz.
2 yorum:
Hayallerinin peşinden giden ve gerçekleştirebilen insanlara hayranım.
http://trendydolap.blogspot.com/
Çok güzel röportaj olmuş, çekimler harika!
Yorum Gönder