30 Kasım 2009 Pazartesi

Edith Piaf Bana N'aptın?

Kızgınım. Her şey bitiyor. Boş sigara paketlerine kızgınım. Güzel geçen yazların ardından gelen kışa kızgınım. Çalan telefonların artık çalmamasına kızgınım. Kahküllerim uzuyor. Uzayan kahküllere kızgınım. Biten her türlü ilişkiye kızgınım. Dün çok seviyordun hani? Bugün sevmemene kızgınım.


Fonda Edith Piaf, Ne Me Quitte Pas çalıyor. Anlaşılan o da biten şeyleri sevmiyor, bitsin istemiyor. Beni terk etme diye bağırıyor.


Sokağa çıkıp tanımadığım insanlara selam vermek istiyorum. Gidip yanlarına “Nasılsın? Öylesine değil gerçekten nasılsın?” diye sormak istiyorum. Ama en çok da bana sorulsun istiyorum. Otomatik bir “İyiyim.” cevabı olmadan, çeksek şöyle bir sandalye karşılıklı, cidden nasıl olduğumuzu anlatsak birbirimize? Nerden geldiğimizi bilmeden, nereye gideceğimizi merak etmeden, adlarımızı bile öğrenmeden…. Ben ona bir çay ısmarlasam, o bana bir sigara uzatsa, art niyet aramadan paylaşsak kızgınlıklarımızı? Evde yemek bekleyen kocayı, yarınki büyük iş toplantısını, son metronun saatini unutsak da biraz kendimizden konuşsak? Hayat biraz daha hafiflemez mi, la vie en rose olmaz mı?

Karşımda Edith Piaf konseptli fotoğraf çekimi, fonda bu sefer “Je Ne Rigrette Rien”. Her şeye rağmen…

Zink Magazine Kasım 2008 sayısı. Fotoğrafçı: Jamie Nelson, Sanat yönetmeni: Danielle Von Braun, Makyaj: Lottie, Saç: Gillian Kuhlmann, Styling: Yahaira Familia, Model: Kornelia Strzelecka
Fotolar: http://jamienelsonphoto.blogspot.com/

29 Kasım 2009 Pazar

Sigara Modası


Şimdi ben size “Sigara o kadar da kötü bir şey değildir.” diyeceğim siz bana büyük ihtimal ya küfür edecek ya da “Tamam, bir halt yiyorsun da, bari savunma.” diyeceksiniz. Ee, haklısınız.

Ama yine de dumansız hava sahası kampanyaları, sararan tırnaklar, kararan dişler, kötü kokan bir nefes, kırışan bir cilt, paketlerin üzerindeki mesaj kaygılı yazılar, kısırlık hatta kanser bile bu düşüncemi değiştiremeyecek: Sigara o kadar da kötü bir şey değildir.

En dertli rakı sofralarına en yakın dostunuzdan önce o yetişmedi mi? Aydınlanan günlerin sabahında anneden önce ilk günaydını o demedi mi? Terk eden sevgililerin kahrını o çekmedi mi? Dolapta yiyecek bir şey yokken ve bir nedenden ötürü sipariş veremezken karnınızı o doyurmadı mı? İçki masasının en kadim dostu, tatlı muhabbetlerin en lezzetli baharatı, dertlerin dermanı, yeni tanışmaların, yeni muhabbetlerin aracı o olmadı mı? Can sıkıntısında o oyalamadı mı? Sınav stresinde sırtınızı ilk o sıvazlamadı mı? En büyük başarılarınızda sizi ilk o kutlamadı mı?

Siz çağırdınız da o hiç gelmemezlik etti mi? Bir kez olsun hayır dedi mi?

Yok hayır, hala ikna olmadınız mı? O zaman alın bir de buradan yakın:

Sigara içen güzel insanlar:


Kate Moss

Mick Jagger

Heath Ledger

Brad Pitt

Brigitte Bardot

Johnny Depp

Edie Sedgwick

Benicio Del Toro

Modada bir aksesuar olarak sigara:


Şimdi tekrar belirtiyorum: Sigara o kadar da kötü bir şey değildir. Hayır, bu yazıyı yazarken kaç adet sigara içtiğimi söylemeyeceğim. Ama burada bitirip bir sigara yakmaya gideceğim.
Fotolar: Le Smoking

28 Kasım 2009 Cumartesi

Karl Lagerfeld Neyle Yaşar?

Karl Lagerfeld hiç uyur mu acaba? Ya da ne bileyim bizim yaptığımız şeyleri yapar mı? Hiç bir şarkıda duygulanıp ağlar mı salya sümük ya da birisine bağıra çağıra o şarkıyı söyler mi? Hiç evin tozunu almış mıdır misal? Hiç üzerine bulaşık önlüğünü geçirip bulaşık yıkamış mıdır? Çöpü dışarıya çıkarmış mıdır? Gece yatarken o takım elbisesini ve yüksek yakalığını üzerinden atıp o da bizim gibi pijamasını giyiyor mudur? Ya da diyorum ya, o hiç uyuyor mudur?

“Kimse için gerçek olmak istemiyorum, kendim için bile.” gibi bir laf etmişti kendisi. Sizce de bunu çok iyi başarmıyor mu? Brad Pitt’in vakti zamanında tavuk kostümü giyip broşür dağıtması aklıma yatıyor ama Mösyö Lagerfeld’i biz sıradan canlıların yaptığı sıradan işleri yaparken bile düşünmek imkansız.


O öyle… Saçları hiç uzamıyor, sakalları hiç çıkmıyor. O hiç kirlenmiyor, bu yüzden hiç yıkanmıyor. Hiç yemiyor, hiç tuvalete gitmiyor. Hiç uyumuyor, bu yüzden hiç pijama giymiyor. Sadece yazıyor, çiziyor, düşünüyor, yaratıyor, yaratıyor ve yaratıyor….

Numéro Dergisi’nin Eylül 2009 sayısı. Konsept Room Service Couture. Lara Stone, Heidi Mount ve Baptise Giabiconi model, Karl Lagerfeld fotoğrafçı. Zaten Baptiste’i pek bir seviyor. Daha önce yine böyle soyup topuklu ayakkabılar giydirip fotoğraflamıştı kendisini. Lara Stone ise eşittir karizma. Vanessa Paradis ile alışmaya çalıştığımız ayrık dişleri onunla pek bir sevdik. Kaş inceymiş, kalınmış tartışmasına da Lara’dan son nokta: Artık sayesinde kaşsızlık mübah.

fotolar: Fashionising

27 Kasım 2009 Cuma

Bayram'da Çocuk Olmak ya da Olmamak

Flying in a Purple Dream
Flying in a Purple Dream by lizardqueen featuring Calvin Klein


Eskiden bayramın en güzel tarafı toplanan paralar ve gıcır gıcır olan bayramlık kıyafetlerdi. Paranın da gıcır gıcır olması önemliydi. Eskimiş para sevmezdim, illa ki yeni olacaktı. O zamanlar paranın yapabildiklerinden çok görünüşüne önem veriyordum sanırım. Kıyafetin güzel olup olmadığının kriteri ise kendi eksenim etrafında hızlıca döndüğümde eteğinin ne kadar havalandığıydı. Etek balon gibi şişerse tamamdı. Hele bir de rengi pembeyse, değmeyin keyfime!

Şimdi koca kazık olduk, bırakın paranın gıcır gıcırından olanını, ortasından selobant geçeninden bile yok. Ben uzarken çıtalar da uzamış, havalanan etekler artık kafi gelmiyor.
Ben bu bayramda şu yukardaki seti istiyorum misal. Çok değil, 2175$ kadarcık. Ödemede paranın gıcırı da gıcır olmayanı da kabul, kart geçerli.

Sunay Akın bir şiirinde der ki: “İki çocuk rahatlıkla oturduğumuz kapının eşiğine kendi başıma zor sığıyorum bugün. Büyüdükçe insan yalnız mı kalıyor ne?”

Büyüdükçe insan çok şey mi istiyor ne?

Şimdi ben dolaptan kapsam bir havalanan etek, dönsem salonun ortasında fırıldak gibi, annem içerden bağırsa “Başın dönecek kızım, yapma!” diye, ama ben dinlemesem, dönsem de dönsem, döndükçe küçülür müyüm? Ben kendim küçüldükçe çıtaları da küçültür müyüm?

İyi bayramlar…

26 Kasım 2009 Perşembe

Ben, Kendim ve Biz...


Fotoğrafçı Manuel Vason’un geçtiğimiz ay Cent Magazine için yaptığı “Slave To Love” adlı fotoğraf çekimine bakıyordum. Sonra nerden çıktıysa aklıma Mirkelam’ın şarkısındaki şu sözler düştü: Sonra üzülsem… Üzüldüğüme üzülsem… Mirkelam’ı en son 10 yaşındayken dinledim, o zamanlar koşan bir adamdı, şimdi napıyor bilmiyorum. Neyse yine de bu, beynimde bahsi geçen sözlerin yankılanmasını engellemiyor. Sonra düşündüm, bilinçaltım bana bir mesaj mı vermeye çalışıyor diye. Su uyur, bilinçaltı uyumaz vesselam.

Bugünlerde birçok şeye üzülüyorum. Ortada bir sorun varken neye üzüldüğüm belli, ortada bir sorun var işte ve ben yengeç misali yandan yandan geçebilenlerden değilim. Geçmişi, kölesi olduğumuz aşkları, biten dostlukları, yanlış seçimleri, ah keşkeleri düşünüp düşünüp iç çekiyorum. Ama bazen ortada bir şey de olmuyor, işte o zaman durup durup üzülüp, sonra da üzüldüğüme üzülüyorum.

Bugün “Kendine bunu neden yapıyorsun?” diye sordum. Ama Kendim sır verip sır vermeyenlerden. Her sorunda oturup adam gibi konuşabilseydik bu kadar çok tartışmazdık zaten. Önemli organları birbirine bağlı olduğu için ameliyatla ayrılamayan yapışık ikizler gibiyiz. Yoksa birbirimizi kestirip atacağız ama ne yazık ki birimiz olmadan diğerimiz olamıyor.

Mutlu değil orası belli. Ben Kendim’e her aykırı bir şey yaptığımda daha da içine kapanıyor. Aynı şeyi yiyor, aynı şeyi içiyoruz ama ben doyduğumu sanarken o doymuyor, bazen de yediğim şeyler onu zehirliyor. Bana inanmıyor, sözde onu kandırıyormuşum. Onu hep oyalıyor, verdiğim sözlerin hiçbirini tutmuyormuşum. O ne istediğinden emin , bense avare avare dolaşıyormuşum. “Söyle o zaman bakalım Bayan Kendini Çok Bilmiş, ne istiyorsun?” dedim. “Doğru zamanda doğru yerde olmayı, ama senin yüzünden hep kaçırıyorum.” dedi ve o derin sessizliğine tekrar gömüldü.

Kabul ediyorum, Kendim’e bir iki kere riyakarca davranmışlığım var. O yakın bir dostun hoşsohbetini aradı, ben onu konuşmanın imkansız olduğu kötü müzikli ucuz partilere götürdüm. O birisine selam vermek istedi ama o sırada ben kafamı çevirdim, selam yanlış insana gitti. “Dur! Koşma, yoruluyorum.” dedi, ben “Acelem var.” dedim. O güneşin doğuşunu görmeyi istedi, ben batışını. O bugün dedi, ben yarın dedim. “Az olsun ama öz olsun” dedi, ben “Fazla mal göz çıkarmaz dedim. O "Aşk" dedi, ben “Şimdi olmaz.” dedim. İşte bu yüzdendir ki şimdi benim çevrem çok, Kendim ise yalnız.

Ama dedim ya yine de kestirip atamıyoruz birbirimizi. O yüzden ortak bir payda da buluşmaya bakmalı. Diyorum ki biraz huyundan gitsem, sözünü dinlesem aradaki buzlar erir mi? Otursak şöyle karşılıklı, döksek kirli çamaşırları bu uzaklık biter mi?

Kendim sessizliğini bozmuyor, gene susuyor. Bu sessizlik ise beni sürekli korkutuyor. Ama yok, bu sefer dokunmayacağım. Habire peşimden sürükleyip huzursuz olduğu yerlere onu zorla sokmayacağım. Mutlu değilse mutlu değil, onu öyleymiş gibi yapmaya zorlamayacağım. Söz verdik bir kere, bu sefer sözümü tutacağım.


Foto: Manuel Vason
Kaynak: Cyana Trend Land

24 Kasım 2009 Salı

Kendin Boya, Kendin Giy

Devir “Kendi işini kendin yap.” devri. Önce self servisler çıktı, sonra “kendin pişir kendin ye”ler. Ardından self stoplar ( benzin istasyonunda kendi benzinini kendin doldurma), kendi mobilyanı kendin monte etmeler (bknz. Ikea), havaalanında kuyruklara girip beklemeden kiosk cihazlarından kendi check-in’i kendin yapmalar… Ee her şey bu kadar “self” bir hal almışken kendi kıyafetini niye kendin yapmayasın? En azından yaratım sürecinin neden bir parçası olmayasın? Di mi ama?

7 Eylül 2008 tarihinde Hollanda’nın ünlü fabrikası De Ploeg’de sergilenen bu elbiseler üç yaratıcı insanın bir araya gelmesiyle oluşuyor; Berber Soepboer, Michiel Schuurman ve siz (evet, evet siz arkadaki!). Soepboer elbiseleri tasarlarken, Schuurman baskılarını düzenliyor ve siz de uzman bir renk analisti olarak ne renk olması gerektiğine karar verip oturup bir güzel boyuyorsunuz, ya da 2-3 kıyafetin parçalarını birleştirip yeni bir kıyafet yaratıyorsunuz.

The Colour-In Dress” adı verilen tasarımda elbise size sade ve siyah-beyaz bir desenle ulaşıyor ve boya kalemleriyle hali hazırda bekleyen sizler sayesinde tabir-i caizse yüzüne renk geliyor:


Replacement Dresses adı verilen diğer tasarımda ise parçaları düğmeler ile tuturulmuş elbiselerin parçalarını birbirleriyle değiştirip yeni bir elbise yaratabiliyorsunuz:


Uzun otobüs yolculukları ya da sıkıcı ekonomi dersleri için güzel bir çözüm olabilir. Ne dersiniz?
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...