Ortadoğu’nun Paris’i diye anılıyor Beyrut seyahatperestlerin
lügatında. Benim içinse son 2 yıldır deliler gibi gitmek istediğim ama araya
giren başka ülkeler ve şehirler yüzünden (asla şikayetçi değilim) bir türlü
gitmeye fırsat bulamadığım şehir. Aramızdaki bu platonik aşk sona ersin ve
artık kavuşalım istediğimden, yakın bir arkadaşın da gazıyla, sonunda,
geçtiğimiz hafta düştük Beyrut yollarına.
Beyrut’a gitmeye karar verdiğinizde çevrenizden duyacağınız
şeylere hazırlıklı olun: “Başına bir şey gelmesin?”, “Ya şimdi karışık biraz
oralar, Paris’e falan gitsen?”, “N’apacaksın yahu Beyrut’ta?” vs… Hiçbirine
kulak asmayın, içinize şüphe düşürmelerine izin vermeyin ve gidin. Neden mi?
Çünkü Beyrut güvenli bir şehir; dünyanın herhangi bir
yerinde ya da kendi ülkenizde başınıza bir şeyler gelme olasılığı neyse,
Beyrut’taki de en fazla o kadardır. Çünkü tıpkı Sırplar ya da Boşnaklar gibi geçmişinde
çeşitli kötü anıları olan milletler, eğlenmeyi en iyi bilen milletler aynı
zamanda. Çünkü 1970’lere kadar jet sosyetenin gözbebeği olan, sonrasında baş
gösteren iç savaş nedeniyle çok yıpranan ama asla yıkılmayan bir şehir Beyrut.
Çünkü ara sıra patlayan bombalara inat, “Bombalar patladıkça biz gece
dışarıya daha çok çıkıyoruz, barlara daha çok gidiyoruz, daha çok eğleniyoruz, hayatın kıymetini
daha iyi anlıyoruz” diyen insanları var.
Çünkü denize karşı soğuk kahvenizi yudumlayabileceğiniz,
Solidere bölgesindeki Gordon’s Cafe’si; “Ben bugüne kadar hiç humus yememişim” dedirten,
sarımsaklı patatesini ve fattoush’unu da yemeden dönmemeniz gereken Abd El
Wahab’ı var. Çünkü 2 kadehiyle çakır keyiften biraz fazlası olabileceğiniz,
rakıya çok benzeyen ama daha yoğun olan arak adlı bir içkisi var. Çünkü
Eşrefiye bölgesinde -Abd El Wahab’a çok yakın- Constantine isimli hoşsohbet ve
ikram sever bir barmeninin olduğu, iki gün üst üste giderseniz barın
ortaklarıyla kanka dahi olabileceğiniz, mahalle barı ilan ettiğimiz Lime’ı var.
Sonra İstanbul gece hayatının mutlaka örnek alması gereken Sky, White ve bizim
kişisel favorimiz olan B018 gibi club’ları var. Upuzun, ışıl ışıl bir
Hamra Caddesi var. Tüm gününüzü burada geçirmek isterseniz şayet, Virgin’e
gidip albüm ve kitap bakabilir, Hamra Cafe’de bir şeyler atıştırabilir ve akşam
da Dany’s'de alkol alımını başlatabilirsiniz.
Ha, bir de -bunu en sona sakladım- falafeli var. Tamam,
falafel buralarda da var ama bir de orada yiyin; bizdeki Bambi gibi bir zincir
olan Barbar’dan take away yapın mesela ya da Sahyoun’a bir gidin. Özetle şöyle
söyleyeyim; falafelleri o kadar muhteşem ki, falafel yemediğim zamanlarda
falafel yemeyi düşünüyordum.
Bunlar Beyrut’a bir daha, bir daha ve sonra bir daha gitmek
için bulduğum yüzlerce sebebin yalnızca birkaçı. Sabiha Gökçen’e indiğim gibi
telefondan Beyrut uçak biletlerine bakıyor oluşum da Beyrut konusunda ne kadar
ciddi düşündüğümün bir kanıtı.