Man on Wire filmini izledikten sonra Philippe Petit’e büyük bir hayranlık, ama daha çok da büyük bir saygı duymuştum. Aynı duyguların benzerini Deniz Miray Petrini’nin hikayesini dinlerken de hissettim diyebilirim. Hayattaki en büyük hedefi İkiz Kuleler arasına bir ip gerip, bu ipin üzerinde yürümek olan bir ip cambazı ile bir sokak modası fotoğrafçısının arasında ne gibi bir benzerlik kurdun diye düşünebilirsiniz. Hemen açıklayayım. İkisi de ne istediğini biliyor, istediğine ulaşmak için sonuna kadar uğraşıyor, korkularının kendisini yıldırmasına izin vermiyor. Sonuç: Başarı. Hem aslında göründüğü kadar farklı da değiller. Moda sektörünün İkiz Kuleler’ine, yani en yüksek tepesine Vogue diyebiliriz. Ve Deniz Miray Petrini, çektiği sokak modası fotoğrafları sayesinde bu tepeye ulaşmış durumda. Vogue İtalya için sokak modası fotoğrafları çeken, Style Tao adlı sokak modası blog’unun sahibesi Deniz Miray Petrini’nin hikayesini hadi gelin, onun ağzından dinleyin.
Merhaba Miray. Öncelikle bize kendinden ve seni İzmir’lerden taa Milano’lara sürükleyen hikayenden biraz bahseder misin?
Merhaba Gizem. Aslında klişelerle başlamak istemem ama mecburum. Moda çocukluğumdan beri hep ilgi alanım olmuştu, hatta ortaokuldan itibaren aldığım çoğu ödevi moda konusunda yapmaya özen gösteriyordum. Saint Joseph’te okuduğum lise yıllarında ise bir kariyer fuarı organize etmiştik ve ben sadece İzmir Ekonomi Üniversitesi’nin Moda Tasarım Bölümü ile görüşmüştüm. Yaptıkları yetenek sınavında ÖSS’den daha çok gerildiğimi söyleyebilirim; çünkü o bölümü kazanmak bu sınava bağlıydı. İstediğim bölümü kazandıktan sonra ise son senemde aldığım fotoğrafçılık dersleri bugünkü sokak modası fotoğrafçılığındaki ilk adımımdı. Tüm hayatım boyunca Milano hep aklımdaydı. Çünkü babam İtalyan ve çocukluğumdan beri o ülkeye ait pek çok anıyla büyütüldüm. Milano ve modanın birbirini tamamlayan kelimeler olduğunu da düşünürsek, benim için Milano macerası kaçınılmazdı.
Neler katmadı ki. Her şeyden önce “İnsanlar dergiden fırlamış gibi giyiniyor” cümlesinin gerçek olduğunu gördüm. Styling alanı asıl ilerlemek istediğim alandı ve aslında fotoğraf çekmeye de tamamen amatör bir duygu ve beğendiğim stilleri arşivleme amacı ile başladım. Tabii zamanla bu iş benim için bir tutkuya dönüştü. Milano’nun bu konuda zengin bir kaynağı ve aktif bir etkinlik takvimi var. Şehir resmen sanata aşık, bu yüzden modanın dışında pek çok sergi, tasarım haftası ve parti düzenleniyor. Durum böyle olunca da sınırsız bir ilham kaynağınız oluyor. Özellikle bahsetmek istediğim bir konu da hangi meslekten olursanız olun snob insanların olmaması. (Belki de ben denk gelmedim bilemiyorum. J) Herkes son derece sıcak ve yaptığınız işe saygı duyuyor, ilgileniyor. Ego savaşları yok, çünkü bu konular aşılmış durumda. Yeni yetenekleri bir tehdit olarak görmüyorlar ve gerçek anlamda modayla, tasarımla ve sanatla ilgilenen insanların arasında harika bir iletişim var.
Hayatının en önemli dönüm noktalarından biri de blog’un Style Tao sanırım. Peki fotoğrafçılığa ve sokak modasına olan bu ilgin nasıl ortaya çıktı?
Az önce de bahsettiğim gibi ilk adımım üniversitenin son yılında aldığım fotoğrafçılık dersleriyle oldu, Milano’ya gidince gördüğüm stilleri fotoğraflarken zamanla deneyim kazandım ve bakış açım değişti. İnsanları doğal halleriyle çekmek benim için çok önemli. Çünkü benim için stili stil yapan aynı zamanda tavırlardır. Örnek verecek olursam; iki kişi aynı siyah elbiseyi giyebilir ama birinin o kıyafete hareketleri ve duruşuyla kattığı kimlik sizin dikkatinizi çeker. Bu yüzden insanları doğal yakalamayı tercih ediyorum ve yaptığım işi gerçekten çok seviyorum. Yoğun bir günün sonunda bilgisayarımı açıp da fotoğraflara baktığım zaman “ iyi ki” diyorum. İyi ki bu işi yapıyorum.
Çektiğin fotoğraflar senin Vogue’da çalışmana vesile oldu. Vogue ile olan bu maceran nasıl başladı? Ve her şeyden önce Vogue İtalya’nın bir parçası olmak nasıl bir duygu?
Vogue benim için zirve, hayallerimin tek odak noktasıydı diyebilirim. Sürekli bu hayali kurup durdum, hatta Vogue İtalya’nın sokak modası bölümüne girip de iç geçirdiğim günleri hatırlarım. Bir gün Vogue İtalya’nın baş editörü Franca Sozzani, yeni çıkardığı bir kitap için Vogue İtalya ofisinde bir imza günü düzenledi. Hani az önce söylemiştim ya o ego savaşları yok diye, o yüzden bu konuya özellikle değinmek istiyorum. Vogue İtalya’nın okuyucularıyla harika bir iletişimi var, en kaba tabirle “ biz Vogue’uz, höydür höy!” tavırları yok. Sürekli bir etkinlik düzenleniyor ve bu etkinlik “ Hadi bizi Facebook’ta beğenin” ya da “Biz bu elbiseyi beğendik, sizce nasıl?” demekten çok öte. Bu katıldığım imza gününe şansımı denemek için çektiğim fotoğraflardan örnekler alarak gittim. Binaya bir 10 dakika giremedim zaten, çünkü hayallerim ve benim aramda sadece iki adımlık mesafe vardı. İçeri girince de kafamda kurduğum o soğuk ortamdan eser yoktu, Vogue ekibi her katılımcıyla birebir ilgilendi. Kitap imzalatmanın dışında ilgilendikleri bölümün departmanlarına yönlendirdiler; moda editörü, fotoğraf editörü, yazarlar… Hepsiyle tanışma fırsatınız vardı ve herkes son derece sıcaktı. Ben rüya aleminde gibi dolaşırken şimdi beraber çalıştığım Giulia ile tanıştım. Kendisi fotoğraflarıma baktıktan sonra blog’umu da inceleyeceklerini ve eğer beğenilirse “ Voguistas” ekibi için arayacaklarını söyledi. 3 saat sonra o telefon çalıp da Giulia’nın “Fotoğraflarını çok beğendik. Bize 10 tane daha gönder, yarın yayınlamaya başlıyoruz” demesi hayatımın en mutlu anlarından biriydi. Şimdi onlar için Milano ve Paris moda haftalarına katılıp fotoğraf çekiyorum.
Fotoğraflarını çekerken kullandığın makinenin modeli nedir?
İlk makinem Canon Eos 1000d 18-55mm lensti. Şimdi Canon Eos 5d 24-70mm kullanıyorum.
Birçok tanınmış ismin fotoğrafını çekmiş ve onları yakından görme şansını elde etmiş birisi olarak en çok kimlerin stilini beğeniyorsun?
Anna Dello Russo benim için harikalar diyarı gibi, tüm moda haftalarında gözler onu arıyor. O tam bir görsel şölen ama stil olarak en çok beğendiğim isimler Catherine Baba, Taylor Tomasi Hill, Kate Lanphear, Emmanuelle Alt ve bir de Olivia Palermo.
Sokak modası konusunda seni en çok hangi şehir cezbediyor?
Paris. Ama Londra’yı da seyahatlerime eklediğim zaman bu fikrimin değişebileceğini düşünüyorum.
Paris, New York, Londra, Stockholm, Berlin, Milano gibi pek çok şehrin sokak modasını takip etmemizi sağlayan bir dolu blog ve sokak modası fotoğrafçısı var. Ama ne yazık ki İstanbul bu şehirlerden biri değil henüz. Sence bunun sebebi ne? İstanbul’un stil çeşitliliği açısından zengin olmaması mı yoksa sokak modası fotoğrafçılığını henüz kavrayamamış olmamız mı?
İstanbul aslında bu konu için biçilmiş kaftan ama henüz benim de anlam veremediğim bir aynı olma sevdası var. Herkes birbirine o kadar benziyor ki... Farklı tarzlar korkutuyor insanları belki. Çünkü bizde o gözle süzme olayı vardır ya, o bizi köreltiyor. Farklı olana hemen bakışlarımızla tepki gösteriyoruz. Elbette farklı olmak için komik duruma düşenler de var, o da ayrı bir durum. Bir de bizde sokak modası fotoğrafçılığı henüz alışılmış bir durum değil, insanlar rahat olamıyorlar. Ben bir keresinde İstanbul Fashion Week’e katılmıştım ve inan bana 5 kare zor çekmişimdir. Ya objektife tuhaf tuhaf bakan suratlar vardı ya da aşırıya kaçan mankenimsi pozlar. İnsanların henüz bu konuda rahat olduğunu düşünmüyorum ama bu durumlar aşılırsa oldukça deneysel ve ilham verici stiller görebiliriz.
Sokak modası fotoğrafçılığı için iyi bir fotoğraf makinesi sahibi olmak yeterli mi? İyi bir sokak modası fotoğrafçısı olabilmek için başka hangi özelliklere sahip olmak gerekir sence?
Aslında bu konuda benim yorum yapmam çok doğru değil çünkü ben fotoğrafçı değilim, aldığım seçmeli ders dışında başka bir eğitimim yok. Ben her şeyi doğaçlama yaşıyorum ama şunu söyleyebilirim; iyi bir fotoğraf makinası sizi çok kurtarmaz. Şöyle düşün; elinde en kaliteli kalemler ve en kaliteli kağıtlar var ama eğer çizim yapmayı bilmiyorsan, elindeki malzemenin hiç önemi yok. Sokak modası fotoğrafçısı olmak aslında ikiye ayrılıyor; bir hikaye anlatıcıları var, bir de sadece stilleri yansıtanlar. Özellikle dergiler için çalışırken hikayeden çok kıyafeti ön plana çıkartmalısınız. Bu yüzden hareketsiz pozlar daha çok tercih ediliyor. Ama ben kendi blog’um için daha yaşayan kareler tercih ediyorum. Burada farklılık tamamen size ait, çünkü moda haftaları bir okul bahçesi gibi; aynı yüzler, farklı kıyafetler... Ve popüler olanları tüm fotoğrafçılar çekiyor. İşte burada sizin bakış açınız devreye giriyor. Aynı kişiyi farklı bir açıdan, farklı bir tavırla çekebilmek, bunu görebilmek gerek. Yoksa bir Anna Dello Russo’yu en az 200 fotoğrafçı çekiyordur. Bir de her sezon sayımız arttığı için farklı olmak kalıcılığınızdaki en değerli etken.
Birisinin senin kadrajına girebilmesi için nelere sahip olması gerekiyor? Fotoğrafını çekeceğin kişileri nasıl seçiyorsun?
Öncelikle fazla zorlanmış bir stili olmaması gerekiyor, yani ben her farklı giyineni çekmiyorum. Eğer gözümü rahatsız ediyorsa ve beğenmiyorsam asla çekmiyorum. Kendi stil zevkimi yansıtıyorum aslında. Benim amacım takipçilerime bir nevi rehberlik etmek, “Bak bu şekilde bir kombinasyon olabilir” dedirtebilmek ya da aksesuar konusunda yardımcı olabilmek. Ayrıca kıyafetlerinizle farklılık yaratmak zorunda değilsiniz. Ben bu yüzden kafamı çevirmeden önce çok dikkatli bir şekilde gördüğüm stili inceliyorum, çünkü inan bana detaylar çok şaşırtıcı olabiliyor. Takılan bir takı veya bir ayakkabı sizi büyülemeye yetebiliyor. Ben de tüm bunlara dikkat ediyorum. Fotoğraftan öte paylaşmak istediğim şey, stillere dair fikirler. Bu fikirleri ise farklı bir yorumla aktarmaya çalışıyorum.
Bu sokak modası fotoğrafçılığı işini nerelere götürmek istiyorsun? Var mı geleceğe dair planlar, uçuk kaçık hayaller?
Sokak modası fotoğrafçılığı benim her zaman yapacağım bir iş, asla vazgeçmem ama ilerlemek istediğim farklı alanlar var. Özellikle erkek modasına karşı çok büyük bir ilgim var ve styling alanında erkek modası üzerine yoğunlaşmayı planlıyorum. Bu yüzden erkek moda haftalarında çektiğim fotoğraflar benim vizyonum için çok önemli. Şimdi önümde katılacağım Pitti Uomo, Milan Men ve Paris Men Fashion Week ve ayrıca WGSN’nin Pitti Uomo’da düzenlediği Menswear S/S’13 konferansı var.
Sokak modası fotoğrafçılığı konusunda gerçekten iyi olduğuma inandığım bir zamanda ise hem bir sergi yapmak hem de çektiğim fotoğrafları kitap haline dönüştürüp insanların elinin altında durabilecek bir rehber hazırlamak istiyorum. J
Biraz da senin kişisel stilinden bahsetsek? Stil kodların, stilinde olmazsa olmazların, asla’ların nelerdir?
Asla siyah ince külotlu çorap giymem herhalde. Benim androjen bir stilim vardır ama zaman zaman bu durum değişiyor ve feminen yanım ağır basabiliyor. Yine de sade ama iddalı olmayı tercih ediyorum. Jil Sander bu yüzden favorimdir. Bazen de Dolce & Gabbana’nın dantellerini çalmak istiyorum. Moduma bağlı sanırım, yine döndük dolaştık o noktaya geldik. J Topuklu ayakkabılar, blazer ceketler, skinny pantolonlar olmazsa olmazım. Renk konusunda ise demir başım siyah ve beyazdır. Bir de çiçekli, fırfırlı elbiselerle pek aram yoktur. Kate Lanphear ve Emmanuelle Alt, stil olarak kendime en yakın bulduğum isimlerdir.
Bu aralar ne okuyor, ne dinliyor ve ne izliyorsun?
Bu aralar babamla birlikte nefes terapilerine sardık, bu yüzden Mustafa Kartal kitaplarını okuyorum. Bir de Mehmed Rauf’un Eylül kitabını okuyorum. Müzik olarak ise Lana Del Rey, Selah Sue ve İstanbul Devlet Modern Folk Müziği Topluluğu’nun çıkarttığı “ Yorumlar” albümünü dinliyorum. Son zamanlarda bir şey izleyemedim ama The Avengers, bir Marvel hastası olarak aklımda.
Teşekkürler. J
Fotolar: Style Tao